AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TOPRAK OYUNU

Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 2.4/5 - 20 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TOPRAK OYUNU
#1

<DIV><SPAN id=postmessage_125040>&nbsp;<DIV style="TEXT-ALIGN: center"><SPAN style="COLOR: red"><SPAN style="FONT-SIZE: 24px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold"><SPAN style="TEXT-DECORATION: underline">AVRUPA BİRLİĞİ'NİN TOPRAK OYUNU</SPAN></SPAN></SPAN></SPAN></DIV><BR><BR><SPAN style="FONT-STYLE: italic"><SPAN style="FONT-SIZE: 14px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">PRF.DR. CİHAN DURA </SPAN><BR><BR>Cuma, 13 Nisan 2007 </SPAN></SPAN><BR><BR><DIV style="TEXT-ALIGN: center"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold"><SPAN style="FONT-SIZE: 22px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-STYLE: italic">“Sakın kapıyı aralık bırakmayın; <BR><BR>farkına varmadan, ardına kadar açılır.” <BR><BR><SPAN style="COLOR: red">Mustafa Kemal Atatürk</SPAN></SPAN></SPAN></SPAN></DIV><BR><BR><SPAN style="FONT-SIZE: 18px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“AB yolunda önemli adımlar attık.”</SPAN></SPAN> <SPAN style="FONT-SIZE: 14px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">GKB Orgeneral Hilmi Özkök <BR><BR>Türkiye Avrupa Birliği (AB) müktesebatına uyum için yasalar çıkarttı. IMF ve Dünya Bankası’nı, dolayısiyle ABD’yi memnun etmek için mevzuat değişiklikleri yaptı. Bütün bunlar, Batı karşısındaki her girişim gibi büyük bir telaş ve aceleyle, getirisi götürüsü hesaplanmadan, yangından mal kaçırır gibi gerçekleştirildi. Oysa bakın, hem de AB’nin kurucularından biri olan Jean Monnet ne demiş: <BR><BR>Asla zaman baskısı altında karar almayın. Bu basiretsizliğin olumsuz etkileri başlıca etnik hareketler, Kürt bölücülüğü, misyonerlik, patrikhaneler, yabancı vakıflar, MGK ve ulusal güvenlik, yabancılara toprak satışı gibi alanlarda görüldü. <BR><BR>Yazımın konusu, bunların en tehlikelilerinden biri olan “yabancılara toprak satışı.” <BR><BR>Neden en tehlikelilerinden biri? Çeşitli açılardan ortaya konabilir. Bu yazımı tarihî kanıtlara ayırdım. Diğerlerini başka bir yazımda irdelemeyi umuyorum. <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkred">I) YABANCIYA TOPRAK SATIŞI VE EMPERYALİZM</SPAN> <BR><BR>A) Yıl 1842… Stratford Canning İngiltere büyükelçisi olarak İstanbul’a gönderiliyor. <BR><BR>Gerçek görevi, İngiltere’yi Osmanlı ülkesinde temsil etmek falan değil, Türkiye’de bir reform hareketi –evet, bugün yaptıkları gibi- bir reform hareketi başlatmak ve geliştirmek! Zamanı gelince, Majestelerine yaptığı başarılı hizmetlerden dolayı “Lord Stratford de Redcliffe” unvanı verilecektir kendisine. <BR><BR>Peki, İngiltere Osmanlı Devleti’ni hangi reformları yapmaya zorladı? Sayalım: <BR><BR>-Mâli reformlar, <BR><BR>-Mülkiyet hakkının güvenceye alınması, <BR><BR>-Ulaşım sisteminin geliştirilmesi <BR><BR>ve sıkı durun: <BR><BR>-Yabancılara toprak satışının serbest bırakılması! <BR><BR>Evet bugün bir AB üyesi, o gün dünyanın süper gücü olan İngiltere, Osmanlı Hükümeti’nden “yabancılara toprak satışının serbest bırakılması”nı talep ediyordu! Tıpkı günümüzde AB’nin, A.K.P. Hükümeti’nden istemesi gibi. <BR><BR>Peki, İngiltere bu sözde reformları neden yaptırdı? Kendilerine toprak mülkiyeti hakkı tanınmasını neden gerekli gördü? Yanıtı yine Canning’den alacağız. <BR><BR>Tarih Kasım 1858… İngiltere’nin “reform” dayatmasının üzerinden yalnızca 16 yıl geçmiştir. Bugünkü Gümrük Birliği Antlaşması’nın aynısı olan, 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması’nın üzerindense yalnızca 20 yıl... <BR><BR>İngilizler Ege bölgemize girmiştir! İzmir’in üçte ikisi yabancıların elindedir! <BR><BR>“Ulaşım sisteminin geliştirilmesi”ni de istediler ya, sonuç almışlar ki İzmir Alsancak istasyonunun temel atma töreni yapılıyor. İngiltere Büyükelçisi Lord Stratford ulaşım sistemi örneğinde “reformlar”ın gerçek nedenini hiç çekinmeden, hem de tehditle, bakın, nasıl açığa vuruyor : Bu demiryolunun, sanayi ürünlerimizin Türkiye’ye girişini kolaylaştıracak bir sermaye yatırımı olacağını umuyoruz.Türkiye’nin yeniden canlandırılmasında Avrupa’nın her zamankinden daha çok çıkarı var. Batı uygarlığı Levant kapılarına geldi dayandı. Bu kapılar ardına kadar açılmazsa, kendi çıkarlarımız doğrultusunda zor kullanarak açacak ve isteklerimizi kabul ettirecek güce sahip olduğumuzu herkesin bilmesini isterim [16 Kasım 1858 tarihli Times’den aktaran, Orhan Kurmuş, Emperyalizmin Türkiye’ye Girişi, 3.B., Savaş Yayınları, Ank., 1982, s. vı]. <BR><BR>B) Peki sonuç ne oldu? Kim “reformlar”dan kazançlı çıktı? İngiliz mi çıktı, yoksa Osmanlı mı? Buyurun, dış baskıyla “reform” yapmanın, bu arada Vatan topraklarının satılmasının sonucunu bu kez başka bir İngiliz’den öğrenelim: <BR><BR>Elçi Canning’in Alsancak konuşmasının üzerinden yalnızca 20 yıl kadar bir süre geçmiştir. <BR><BR>1870’lerin sonundayız. İngiltere Osmanlı İmparatorluğu’na, reform yaptıra yaptıra öyle bir yapı kazandırmıştır ki İmparatorluk bütünüyle İngiltere’nin politik ve ekonomik denetimi altındadır. Öyle ki bir İngiliz yazdığı bir kitaba rahatça şu adı verebiliyordu: <BR><BR>Türkiye: Koruyuculuğunu Yaptığımız Yeni Ülke! <BR><BR>Evet, koruyuculuğunu!… <BR><BR>Bu, İngiltere’nin “manda”sı olmak, sömürgesi olmak anlamına geliyor. <BR><BR>XX. yüzyılın şafağında ise İngiliz Büyük Elçisi şöyle diyecektir : “Osmanlı İmparatorluğunu öyle yakından denetliyoruz ki, bu devletin, toprakları üzerindeki egemenliği pratik olarak sıfıra inmiştir.” <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkred">II) “TANZİMATÇI” AYDINLAR</SPAN> <BR><BR>Zamanın Tanzimatçı aydınları ise “reform” yaptıkça, toprak sattıkça iyi bir iş yaptıklarını, ilerlediklerini, modernleştiklerini, “önemli adımlar” attıklarını sanıyorlardı. Bugünküler de öyle değil mi? <BR><BR>Onlardan da, bugünkülerden de örnekler vereyim: <BR><BR>A) Sadrazam Ali Paşa 1869 yılında şu projeyi ileri sürüyor: <BR><BR>“Kapılarımızı açmalı ve Türkiye’ye seçme yabancı göçmen getirmeye bakmalıyız. Bunlardan bize bir tehlike gelmez, ıslahata [reforma] ve gelişmeye kavuşmamıza yardım ederler. Biz akıllıca yasalar yaparsak, günün birinde bunlar bizimle kaynaşır, bizden olurlar. Böyle geniş düşüncelerle ıslahat [reform] yoluna ciddi olarak girmek zorundayız. Yabancı göçmenler Amerika’da Amerikalı, Avustralya’da Avustralyalı oluyorlar. Bizim aramızdaki Avrupalı memur, sanatkâr ve tüccardan bir çoğu Osmanlı’dan ziyade Osmanlı’dırlar. Biz bunu bir türlü göremiyoruz. Bu adamlar bizim çıkarlarımızı bizden ziyade savunuyorlar, ülkeye bizden ziyade bağlılık gösteriyorlar.” 29 Ekim 1919 tarihli Vakit gazetesi bu öneriyi şöyle yorumluyor : “Ali Paşa’nın bundan yarım yüzyıl önce, hayret uyandırıcı geniş bir görüşle ileri sürdüğü teklif tartışılmaya layıktır. Geleceğin sorunları her halde Ali Paşa’nın yaptığı gibi, soğukkanlılıkla incelenmeli, araya his karıştırılmamalıdır. Dar hisler, bugünün gereklerine, yarının olasılıklarına uygun bir ulusal gidiş sahibi olmamıza set çekebilir.” <BR><BR>B) Sıra günümüzün Tanzimatçı “aydın”larında... Bunlar yabancıların Türkiye’ye sızmaları konusunda Ali Paşa’yı da, 1910’ların Vakit gazetesini de hiç aratmıyorlar. Birincisi Mehmet Barlas…, her zamanki gibi pişkin ve “her şeyi ben bilirim” havalarında… İkincisi Hadi Uluengin…, yine saldırgan, yine ağzı bozuk. İkisinin de ortak yönü, her zamanki gibi Batı’dan yana tavır almış olmaları. Yazıları, yuvalandıkları ceridelerinde Ağustos ayı içinde yayınlandı.-M. Barlas, yazısına şu başlığı atmış: “Demek yabancılar Türkiye'nin yarınına güveniyor.” Devam ediyor: “Bazıları, yabancılar Türkiye'de mülk alıyorlar diye telaşta. Bunlar, ‘Eyvah, vatan toprakları elden gidiyor’ diye feryat etmeye başladılar bile. Bir ülkede yabancıların ev alması, o ülkenin geleceğine ve istikrarına yabancıların güven duyduğunu kanıtlar. <BR><BR>Neden Türkiye'nin varlıklıları, New-York'ta, Miami'de, Londra'da, Paris'te, Cannes'da falan ev alırlar? Herhalde hiçbir Türk zengini, bizim devlet tarafından, ABD veya İngiltere yahut Fransa çöküp parçalandığı zaman, bu emlaka Türk bayrağı çekip sınırlarımızı genişletmekle görevlendirilmiş değildir. Bunlar bu istikrarlı ülkelerde paralarını rahatça harcarlar, tatil yaparlar, çocuklarını okuturlar. Aldıkları emlak da, değerini korur. Bir nevi güvenceli tasarruftur da bu. Dünyanın en yoksul ülkelerinde bile büyük para kazananlar, süper zenginler vardır. Ama asıl zengin ülkeler, paranın kazanıldığı değil, bu paranın rahat harcandığı, mülkiyetin kutsandığı, hukukun ve insan haklarının egemen olduğu, demokratik rejime sahip olan ülkelerdir. Demek Türkiye de bu görünüme girmeye başladı ki, yabancılar ev, villa, tatil konutu, iş yeri almaya başladılar burada. Bizim artık, genlerimizdeki yabancı düşmanlığını, servet düşmanlığını, bölünme fobisini ve benzer çocukluk hastalıklarını tedavi etmemizin zamanı gelmiştir. <BR><BR>Her gün sosyo-politik ve ekonomik alfabelerin ilk sayfasından hayata yeniden başlayıp, birilerine "Korkmayın. Bunlar normal gelişmelerdir" demek, bıktırıcı bir süreç oluşturmaktadır. Her dakika yoksulluktan yakınıp, aynı sırada ülkeye gelen yabancı yatırımlardan da korkmak, siyasi değil, tımarhanelik bir davranıştır. <BR><BR>Şimdi yabancılar Türkiye'de ikinci evlerini almak için yatırım yapmaya karar verdiklerine göre, ülkemiz güvenilir, istikrarlı, mülkiyetin ve hukukun kutsandığı bir görünüme giriyor. Bundan korkulmaz. Buna sevinilir ancak.” <BR><BR>-Hadi Uluengin’in yazısının başlığı tuhaf: “Ya-ban-cı-lar.” Yazı o kadar “pis” kokuyor ki estetik duygunuza olan saygımdan, olabildiğince kısa bir özetle yetindim: “Bizim bilumum ‘statüko zaptiyeleri’ şimdi de ‘vatanımız parselleniyor’ diye vaveyla kopartıyor. Ecnebi uyruklulara gayrimenkul satışını yasaklayan antika kanun, nihayet değişip bir bölüm yabancı sahil beldelerimizde veya kent birimlerimizde mülk almaya başlayınca, ‘sömürgeci işgaline uğruyoruz’ diye nara atmaya başladılar. Fesüphanallah… Mürteciliğin böylesine güler misin, ağlar mısın? Hangi çağda yaşıyoruz? ‘Vatan sevgisi’ni ve ‘sömürgeciliği’ kadastro dairesindeki tapu sahiplerinin ‘uyruk’ hanesine indirgeyen bir zihniyetle nereye gidilebilir? Yabancıların gayrimenkul edinmelerinin, şofben ustasından kavun sergicisine, insanlarımıza sağlayacağını göremeyecek kadar kör müsünüz? Hırvatlar bile savaşı tam bitirmedikleri Sırplardan korkmadan, adalarını satışa çıkarmışken, sizler daima ‘öteki’nin ödlekliğiyle mi donunuzu dolduracaksınız?”Mehmet Barlas’ın da diğerinin de, yabancıların Türkiye’de toprak satın almalarını savunurken, ileri sürdükleri gerekçeler çürüktür. Ancak yazımın konusu bu değildir (Bununla birlikte, görüşlerinin, aşağıda sunacağım tarihî kanıtla esaslı ölçüde çürütülmüş olduğunu belirtmeliyim). Uluengin, yabancıya toprak satışının “çağdaş bir olay” olduğunu sanıyor, çünkü tarih bilmiyor. Bizim kazanacağımız üç beş bin doları görüyor da, yabancıların kazanacağı milyarlarca doları görmezden geliyor. Aşağıda bu konuda da bilgi vereceğim. <BR><BR>Türk kamuoyunu uyutmakla görevli “aydın” türünün simgelerinden olan bu iki yazar da “zaman miyobu”dur. Üç gün sonrasını bile göremeden, görme bir yana, üç gün sonrasına bile bakmadan yazı yazıyorlar. Toprak olayı yeni değil, geçmişte de uygulandı. Tarihten ders almayan, tarihi yeniden yaşarmış. Başımıza asıl gelen felaket bu, bizim!Şimdi, okurumu yine Batı’nın dayatmasıyla aynı hatâya düşmüş olan Osmanlı Devleti’nin başına neler geldiğini görmeye davet ediyorum. M. Barlas, H. Uluengin ve benzerleri mi? Onları boş verin; onlar değil Türkiye, gök kubbe bile çökse, kuruldukları gibi ötmeye devam edeceklerdir. <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkred">III) TOPRAK SATIŞININ BOYUTLARI</SPAN> <BR><BR>Evet, siviliyle, askeriyle, tarihten ders almadık ve yeniden 1800’lere döndük. A.K.P. Hükümeti Osmanlı’nın yaptığı gibi Vatan topraklarını halkımızın, aydınımızın, askerimizin gözleri önünde parsel parsel satıyor. Bu yürekler acısı hâlimizi, daha önceki kesimde dile getirdim; Türkiye’nin tapusunun yabancıların eline nasıl geçmekte olduğuna dair somut örnekler verdim ve şunları yazdım: “Biz ‘Ordumuz sınırlarda Vatanımızı koruyor’ diye avunalım. Gerçekte, Türkiye içerden ele geçiriliyor. Türk Vatanı Dolar ve Euro karşılığında yabancılara satılıyor: İngiliz, Amerikan, Alman, Fransız ya da bu uyruklarda görünen Ermeni, Rum, Yahudi kökenli yabancılar, Türkiye’nin dört bir yanında ev ve arazi satın almakta.Peki, nasıl oluyor bu? Yabancılara Türkiye’de toprak edinme hakkı tanıyan uyum yasaları sayesinde! Kimin zamanında çıkarıldı bu yasalar? Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz (DSP-MHP-ANAP) koalisyon hükümetleri ile Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan (A.K.P.) hükümetleri zamanında... Başlıcaları şunlar: 4 Ocak 2002 tarihli Kamu İhale Kanunu, 9 Ocak 2002 tarihli Endüstri Bölgeleri Kanunu, 27 Şubat 2003 tarihli Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun, 5 Haziran 2003 tarihli Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu…Adı geçen yasalarla -80 yıllık uygulama değiştirilerek- Dolar ve Euro zenginlerine 30 hektara (300 dönüme) kadar toprak alma hakkı tanındı. Daha fazlası Bakanlar Kurulu kararına bağlandı (Osmanlı da çöküşünden yarım yüzyıl önce, 1867’de, hemen hemen aynı mahiyette bir yasa çıkarmıştı).” <BR><BR>En son 3 Temmuz 2003’de kabul edilen, 19 Temmuz 2003 tarih ve 4916 sayılı yasa ile yabancılara Hazine arazilerinin de satılmasına olanak tanındı. Yasa yine AB mevzuatına uyum gerekçesiyle çıkarıldı. Artık denebilir ki yabancılara mülk satışı sınırsız olarak serbest bırakıldı. <BR><BR>Oysa para silahdır! Türkiye’nin düşmanlarına gün doğdu: Silahlı kuvvete ne hacet, bastır parayı, al toprağı! maden şirketleri yoluyla elden çıkanlar dahil, yabancı mülkiyetine geçen toprakların [İnanılacak gibi değil ama] 100 000 kilometrekareyi bulduğunu ileri sürenler var. Türk Vatanı’nın yüzde 13’ü! <BR><BR>Sağlam kanıtlar gösteriyor ki İsrail ve ABD’nin gözü Doğu Anadolumuzda. Karanlık emelleri için -Barzani-Talabani ikilisini de yanlarına alarak- birlikte hareket ediyorlar. İsrail Güneydoğu Anadolu’da, Urfa’da, GAP ve Ceylanpınar'da çok büyük araziler kiralamış ve toprak satın almış durumda. İsrail ve ABD Kuzeydoğu Anadolumuzda da faaliyet hâlinde. Örneğin Kars’ta… Yabancıya arazi satışında Kars, yüzde 15.4'lük oranla ilk sıralarda yer alıyor. Sınıra yakın olan ev, arazi ve tarlaların neredeyse tamamı artık yabancı mülkiyetinde : Akyaka'nın yüzde 30'u gayrı resmi olarak Ermeni toprağı olmuş!... İsrail ve ABD benzer bir planı Irak’ın kuzeyinde de yürütüyor. <BR><BR>Yunan Karadeniz’e, İngiliz ve Alman Akdeniz’e sızıyor. Fransızlar ve diğerleri de boş durmuyor. <BR><BR>Dünya Kiliseler Birliği Anadolu'nun her köşesinde, azınlıklar için kurtarılmış bölgeler oluşturulmasını öngörüyor. <BR><BR>27 Mayıs 2004 tarihi itibari ile yabancıların eline geçen topraklarımız yaklaşık 324 milyon metrekare. [19.7.2003-11.8.2004 itibariyle iller bazında Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’nün verdiği rakam : 272 milyon metrekare].Yabancılar en çok İstanbul ve Antalya’da mülk satın alıyorlar. Onları sırasıyla Bursa, İzmir, Muğla, Aydın, Mersin, Gaziantep, Balıkesir,… gibi iller izliyor. Yasa çıktıktan sonraki bir yıl içinde yabancıların –arazi ve emlak olarak- satın aldığı toprak miktarlarını gösteren istatistiklerden anlıyoruz ki yaklaşık olarak 150 bin yabancı, 1 milyon dekara yakın toprak satın almış bulunuyor. Türkiye’de en çok toprak satın alanlar Fransızlar, Suriyeliler, İsrailliler ve Amerikalılardır.İşin asıl ürkütücü yönü söz konusu rakamların devede kulak olması! Çünkü bu işgaller bir yıllık satışların sonucudur. Arazi satışları tüm hızıyla devam ettiğinden, şu andaki miktarlar verilen rakamların kat kat üzerindedir. İşin bu yönünü merak edenler yukarda zikrettiğim yazıma, konuyu yakından izleyen Turgay Tüfekçioğlu, Arslan Bulut, Süleyman Özışık, … gibi yazarların yapıtlarına, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün sitesine (www.tkgm.gov.tr) bakabilirler. <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkred">IV) YABANCILAR BÜTÜN TOPRAKLARA EL KOYUYOR</SPAN> <BR><BR>“İngiltere’nin “reform” dayatmasının üzerinden yalnızca 16 yıl, 1838 İngiliz-Osmanlı Ticaret Antlaşması’nın üzerinden yalnızca 20 yıl geçtikten sonra neler oldu biliyor musunuz? <BR><BR>İngilizler Ege bölgemize girdi. İzmir’in üçte ikisi, tarıma elverişli toprakların tamamı yabancıların eline geçti! <BR><BR>Evet, üçte ikisi! Gerçekte “önemli adımlar”ı atanlar kimlermiş, görüyor musunuz? <BR><BR>Peki bu oyun nasıl gerçekleştirildi? Oyunda yabancıya toprak mülkiyeti hakkı tanınmasının rolü neydi? Şimdi konunun bu yönünü aydınlatmaya çalışalım. Orhan Kurmuş [1982: 77-81, 181-183] “İngilizlerin Batı Anadolu’da toprak sahibi olmaları süreci” ve “İngilizler Talandan Neler Elde Etti” başlıkları altında anlatıyor. Oradan özetliyorum: <BR><BR>Parasal sorunlarına çözüm bulmak için toprak sahiplerinin başvurduğu bir yol da, topraklarının bir bölümünü veya hepsini satışa çıkarmaktı. Bu iş için gerekli sermaye, deney ve beceriye sahip olan İzmirli tüccarlar kapitalist çiftçilik için doğal adaylardı. Ancak 1850 yılına gelinceye kadar tüccarlar tarıma belirgin bir ilgi göstermemişti. Bazı Hıristiyan ve Musevilerin İzmir yakınlarında bağ ve bahçe aldıkları oluyordu ama, ulaşım güçlükleri, ilkel teknolojiden kaynaklanan düşük verimlilik düzeyi ve en önemlisi de yabancı uyrukluların taşınmaz edinmesini yasaklayan yasalar; Türklerle yabancılar arasında kesin bir işbölümü yaratmıştı. Türklerin hemen hemen tümü tarımla uğraşıyordu. Yabancılar ve azınlıklar ise, ticareti tekellerine almıştı. <BR><BR>1839 reformlarından sonra durum değişti: Mülkiyet haklarının genişletilmesini öngören hareketin etkili olması ve Türkiye’deki ekonomik egemenliklerini sağlamlaştırmak isteyen İngilizlerin sürekli baskısı sonucu, 1866 yılında çıkarılan bir yasayla yabancılara taşınmaz mal sahibi olma hakkı tanındı. <BR><BR>Gerçekte, bu yasanın çıkmasından çok önce İngilizler Menderes vâdisinde tek tük de olsa toprak satın almaya başlamışlardı. Zamanla, yabancıların satın aldıkları topraklar hızla arttı ve genişledi. 1860 yılında, yasanın çıkmasından altı yıl önce İngiliz Konsolosu; Büyükelçi Sir Henry Bulwer’e şu ilginç raporu gönderiyordu: <BR><BR>“Bölgenin genel durumu gün geçtikçe iyileşmekte… Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar…Gülhane Hattı Şerifi’nin öngördüğü reformlarla beraber Hıristiyanlar tarımla ilgilenmeye başladı ve yeni gelenlerle birlikte sayıları her geçen gün daha da arttı. Askerden dönen Türkler köylerini, kentlerini tanıyamayacak kadar değişmiş buldular. Her yerde Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyordu. Eskiden olduğu gibi tarlalarını işlemek isteyen Türkler, ânında Hıristiyan bir tefecinin pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Talihlerini başka yerde denemek isteyenlerin toprakları ise gene Ermeniler, Rumlar veya Frenkler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Bu yolla toprak sahibi olan yabancılar arasında, içerlerde büyük çiftlikler satın almış yedi İngiliz vatandaşı daha var. İzmir yakınlarındaki bütün topraklar yabancıların eline geçtiği gibi daha uzaklardaki köylerde de Türkler topraklarını yabancılara satıyorlar.” <BR><BR>Toprak satın almaları için daha önce kendilerine yapılan teklifleri reddeden İngilizlerin, Aydın Demiryolunun yapılmasına başlandıktan sonra büyük bir hevesle toprak satın almaya giriştikleri görülüyordu. İngilizlerin, demiryolunun tarım ve ticareti geliştireceği ve kâr oranını yükselteceği dürtüsüyle toprak satın almaları, gerçeğe daha yakın bir açıklama... <BR><BR>İngilizlerin toprak satın almaları 1866 yasasından sonra iyice hızlandı. 1868 yılında İzmir yakınlarında tarıma elverişli bütün toprakların en az üçte biri, İngilizlerin tapulu malı haline gelmiş bulunuyordu. 1877 Rus Savaşından sonra, İngilizlerin satın aldığı topraklar o kadar genişledi ki, 1878 yılında İzmir yakınlarındaki tarıma elverişli toprakların tamamı 41 İngiliz tüccarın eline geçmiş bulunuyordu. <BR><BR>Diğer ülkelerin tüccarları da toprak satın almaya başlamıştı. Örneğin, İsveç onursal konsolosu ve bir Hollanda şirketinin sahibi olan Charles van Lennep, Aydın yakınlarında büyük bir çiftlik satın aldığı gibi, Fransız tüccarlar da ‘’uygun nitelikte çiftlikler’’ almak istediklerini gazeteler aracılığıyla duyuruyorlardı. <BR><BR>Orhan Kurmuş’un tahminine göre İngilizlerin Batı Anadolu’da satın aldığı toprak alanı 2.400.000 - 2.800.000 dönümdür. Buna Rum, Ermeni ve Yahudilerin eline geçen topraklar da eklenirse, toplam 5 ile 6 milyon dönümlük bir alana ulaşılır. Yazar İngilizlerin yalnızca İzmir kentinde satın aldıkları ev, han, dükkân, arsa ve depoların değeri hakkında şu tahminleri yapıyor: <BR><BR>İngilizlerin Aydın, Nazilli, Denizli gibi kentlerde ve Bornova, Buca gibi banliyölerde satın aldıkları taşınmaz malların değerinin en az İzmir’dekiler kadar olduğunu sanıyoruz. 1843 yılında İzmir kentinde İngilizlerin sahip olduğu taşınmaz malların değeri –yuvarlak rakamlar olarak- 370 000 Sterlindi. 1861 yılında ise, İngilizler 580 000 Sterlin değerinde taşınmaz mala sahiptiler. Bundan 16 yıl sonra bu değer 2.750.000 Sterline, 1881 yılında ise 4.375.000 Sterline yükseldi. <BR><BR>1892 yılı başında İngiliz Konsolosu, İngilizlerin İzmir’de sahip olduğu taşınmaz malların değerinin Türklerin, Rumların, Yahudilerin ve diğer Avrupa ülkeleri tüccarlarının sahip oldukları taşınmaz malların değerinden kat kat fazla olduğunu ileri sürüyordu. Aydın demiryolunun inşasının başlamasıyla, demiryolu yakınındaki taşınmaz malların fiyatları iki ay içinde beş misli arttı. İzmir’deki konut ve arsa fiyatlarının böylesine hızlı artışı göz önüne alınırsa, İngilizlerin elindeki taşınmaz malların değerinin büyüklüğü daha iyi anlaşılır. <BR><BR>Yurt dışına, örneğin İngiltere’ye kâr ve sermaye transferleri ise çeşitli yollarla yapıldı. Bunlar arasında miktar olarak en önemsiz olanı, İzmir’deki İngiliz tüccarların İngiltere’de taşınmaz mal edinmeleriydi. Örneğin, A. O. Clarke, Londra yakınlarında Mill Hill’de Pettingales çiftliğini Hammersmith’deki Bradmore malikhanesini İzmir’de kazandığı paralarla satın almıştı. <BR><BR>İkinci yol, İzmir’de ölen İngilizlerin vasiyetnamelerinde belirtilen ve İngiltere’de bulunan varislere yapılan transferlerdi. Vasiyetnameler tüccarın servetinden her varise verilecek payı gösterdiği halde, servetin miktarını belirtmediği için bu tür transferlerin eriştiği boyutları bilmiyoruz. Ancak, İzmir’deki en zengin bazı İngiliz tüccarların servetlerinin bu yolla İngiltere’ye aktarıldığı hatırlanmalıdır. Örneğin, Whittall ailesinin bazı bireyleri bütün varlıklarını Hull kentindeki varislerine, Patersonlar Liverpool’daki varislerine bıraktılar. <BR><BR>Yukarıda incelediğimiz transferlerin toplam değeri yedi milyon sterlini geçmektedir. Ancak bu miktarın, İngilizlerin yaptıkları transferlerin gerçek değerinin çok altında olduğu açıktır. Çünkü, ancak 201 İngiliz tüccarın İngiltere’ye aktardığı servetleri göstermektedir. Diğer tüccarların transferleri, mütevellilerin vergi kaçırmak amacıyla gizledikleri servetler ve vasiyetnameler yoluyla yapılan aktarmalar da hesaba katılırsa, gerçek transferin yedi milyon sterlinden kat kat fazla olduğu ortaya çıkar. Batı Anadolu’da yatırım yapan İngiliz sermayeli şirketlerin transferleri de buna eklenirse, İngilizlerin Türkiye’de yaptıkları yatırımların toplamından daha fazla bir miktarı, yalnız Batı Anadolu’da elde ettikleri kârları İngiltere’ye transfer ederek geri kazandıkları anlaşılır. <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkblue">SONUÇ</SPAN> <BR><BR>Sonuç olarak önce, gördüğüm bir “vizyon”u sunacağım: Yabancıya toprak satışının durdurulmaması, ya da makul sınırlara çekilmemesi durumunda bundan 20 yıl sonrasının Türkiyesi... <BR><BR>Tarih Aralık 2025… Ankara’daki AB temsilcisi Brüksel’e bildiriyor: <BR><BR>Türkiye’de genel durum gün geçtikçe iyileşmekte… Ancak bu iyileşmeden yararlananlar Türkler değil, onları soyup soğana çeviren Hıristiyanlar…Avrupa Birliği uyum yasalarının getirdiği reformlar sayesinde, Hıristiyanlar yalnız sanayi, bankacılık ve turizmle değil, tarımla da ilgilenmeye başladı ve sayıları çığ gibi arttı. Her yerde , her ekonomik faaliyette Türklerin yerini Hıristiyanlar alıyor. Tarlalarını işlemek isteyen Türkler, hızla Hıristiyan alıcıların pençesine düşüyor ve eninde sonunda toprağını satmak zorunda bırakılıyor. Fabrikaların yanı sıra dükkânlar, evler, bahçeler, tarlalar, çiftlikler AB ya da ABD uyruklu “Neo-levanten”ler, Ermeniler, Rumlar ya da Yahudiler tarafından yok pahasına satın alınıyor. Ege’de ve Akdeniz kıyılarında toprakların büyük kısmı yabancıların eline geçtiği gibi, başka kırsal bölgelerde de Türkler topraklarını yabancılara satmaya devam ediyor. Türkler hızla üretici olmaktan çıkıp, birer yoksul tüketiciye dönüşüyor.Toprak satın almaları başlangıçta yavaş olan AB yurttaşları, kara ulaştırmasının modernleştirilmesi sayesinde, daha büyük bir hevesle toprak satın almaya giriştiler. Çünkü AB’nin sağladığı kredilerle gerçekleşen yeni alt yapı sistemleri tarım ve ticareti geliştiriyor, kâr oranlarını yükseltiyor. Toprak alımları, Aralık 2004’de Türkiye’ye müzakere tarihi verilmesiyle baş döndürücü miktarlara ulaştı. Öyle ki birçok kentte tarıma elverişli toprakların üçte ikisinden fazlası AB yurttaşlarının eline geçmiş bulunuyor.Tabii Türkiye’den AB ülkelerine yapılan kâr ve sermaye transferleri de aynı hızla arttı ve muazzam miktarlara ulaştı. Bu transferlerin toplam değerinin milyarlarca Euro’yu bulduğu tahmin ediliyor. Buna diğer ülkelere, özellikle ABD’ye yapılan gelir ve servet aktarımları dahil değil.Şu bir gerçek: Yabancılar Türkiye’de yaptıkları yatırımların toplamından kat kat fazla miktarları değişik yollardan kazanmakta, kendi ülkelerine her yıl transfer etmektedir.Büyük başarı! Türkiye’yi yeniden sömürgeleştirdik! <BR><BR>*** <BR><BR><SPAN style="COLOR: darkred">Evet, Türkiye’nin yöneticileri!</SPAN> <BR><BR>Siz bu kafayla gittikçe Alman da, Fransız da, İngiliz de, Yunan da, hiç merak etmeyin, sizi aralarına göbek ata ata alırlar. Almazlarsa aptallık olur ki Avrupalı bu…, yaş tahtaya basmaz. O bundan 50 yıl sonrasını hesaplar. Sizin gibi günübirlik düşünmez. <BR><BR>Türkiye, sayenizde sömürgeleşme yolunda. Hiç böyle yağlı kuyruk kaçırılır mı? <BR><BR>Yabancıya toprak satışını tek başına değerlendirmek yanlıştır. O –bugün küreselleşme örtüsü altına gizlenen- Batı emperyalizminin yöntemlerinden biridir. Bu çerçeve içinde analiz edilmelidir. <BR><BR>Peki, işin püf noktası nedir? Bugünün “masum” bir toprak satışı, 20 yıl sonra nasıl olur da bir felakete dönüşür? <BR><BR>Yanıtı, <SPAN style="COLOR: red">Atatürk’ten: </SPAN></SPAN></SPAN><BR><BR><SPAN style="FONT-SIZE: 18px; LINE-HEIGHT: normal">“ Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret dönemi, Avrupa rekabetine karşı kendini savunamayan ekonomimizi bir de ekonomik kapitülasyon zincirleri ile bağladı. Örgütlenme ve bireysel değer bakımlarından bizden çok güçlü olanlar; ülkemizde, bir de fazla olarak ayrıcalıklı konumda bulunuyorlardı... Bütün ekonomik sektörlerimizin, bu sayede mutlak egemeni olmuşlardı... Bize karşı yapılan rekabet ... gerçekten çok kahredici idi...” “Devlet, bağımsızlığını çoktan yitirmişti. Osmanlı ülkesi yabancıların serbest bir sömürgesinden başka bir şey değildi ve Osmanlı içindeki Türk ulusu da bütünüyle tutsak bir duruma gelmişti.”</SPAN> <BR><BR><SPAN style="FONT-SIZE: 14px; LINE-HEIGHT: normal">Şunları demek istiyor<SPAN style="FONT-WEIGHT: bold"> <SPAN style="COLOR: red">Atatürk;</SPAN></SPAN></SPAN> <BR><BR><SPAN style="FONT-SIZE: 18px; LINE-HEIGHT: normal"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">-Eğer ülkeni yabancıya, hele hele Avrupalı’ya açıyorsan, ekonomini savunabilecek güç ve yetenekte olmalısın. Özellikle iki nokta çok önemli: Örgütlenme ve bireysel değer! Bu ikisi bakımından onlarla eşit durumda olmalısın. <BR><BR>-Senden çok daha avantajlı konumda olan Avrupalı’nın, ulusal ekonominde ayrıcalıklı duruma geçmesine, ekonomik sektörlere egemen olmasına izin vermemelisin. Bir tüy siklet, bir ağır sikletle dövüşür mü? Öyleyse bu “kahredici” rekabete girmemelisin. Yoksa, ezilir, sömürgeleşir, her şeyini yitirir; “nakavt” olur, tutsak olursun. <BR><BR>Ne yazık ki bu koşulların hiçbirini yerine getirmeden, ülkeni, aç kurtlar gibi saldıran, kan içici kapitalistlere açtın.</SPAN></SPAN> <BR><BR><SPAN style="FONT-SIZE: 14px; LINE-HEIGHT: normal">Biliyorum, holding medyasının beslemeleri yine atılıp, <SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“eskidi, bu görüşler; 1930’larda kaldı”</SPAN> diyecekler. İnanmayın o <SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“bedhah”</SPAN>lara; adı üzerinde <SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“besleme” </SPAN>onlar. Bu görüşler <SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">–Atatürk’ün görüşleri- hiç eskimedi</SPAN>, bugün de virgülüne kadar geçerlidir. Ama politikada, iş dünyasında, medyada, üniversitelerde yürüttükleri korkunç propaganda sayesinde <SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“eskimiş gibi”</SPAN> gösterdiler. Eğer bana inanmıyorsanız, Nobel Ekonomi Ödülü sahibi Joseph E. Stigltz’in daha yeni yayınladığı şu kitabı okuyun: 90’ların Yükselişi, CSA Global Yayın Ajansı, İst., 2004. <BR><BR>Ama öyleleri var ki Türkiye’de, okumuyor. Okusa da, anlamıyor. <BR><BR><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">“Anladı” </SPAN>diyelim, değişmiyor. <SPAN style="COLOR: darkred"><SPAN style="FONT-WEIGHT: bold">Gerçekleri bile bile ıska geçiyor. <BR><BR>Çünkü işlerine gelmiyor. Çünkü onlar da bu planın bir parçası!... <BR><BR>Dizginlerse, onların elinde..</SPAN></SPAN></SPAN> <BR><BR><SPAN style="FONT-STYLE: italic"><SPAN style="FONT-SIZE: 14px; LINE-HEIGHT: normal">KAYNAK:<SPAN style="FONT-WEIGHT: bold"> C. Dura, Düşmanı Çağırdılar Satıldık Uyanın, İleri Yayınları, İst.,2005, ss. 596-605. </SPAN></SPAN></SPAN></SPAN></DIV>
[Resim: 7903atamizindeyizby5hs7ii4.jpg]

“Bir memlekette; namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur”
Bul
Cevapla

Konu Araçları
Konuyu Paylaş :  
Konunun Linki :  
BBKodu :  
Konu Araçları :

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi