Delirmeden Yaşanmıyor

Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 3.2/5 - 20 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Delirmeden Yaşanmıyor
#1

Yalnızlığın titrettiği elleriyle anahtarını delikle buluşturmak için bitkince çabalıyordu. Soğuk ve pis duvarlar üzerine yıkılacakmış gibi hissetti. Başı dönüyordu. Elinde anahtar gözlerini tavana dikip sessiz bir küfür savurdu. Eğildi yeniden denemek için. Hiçbir şeyi ilk seferinde başaramamak tak etmişti artık. Nihayet kilidi döndürerek kapıyı ardına kadar itebildi. Bir an hareketsiz, evinden kaçmakta olan rutubetli kokuyu soluyarak karanlık koridora bakakaldı…
Ayakkabılarını ve çoraplarını paspasın üzerinde çıkarıp içeri girdi. Hareketleri bir robotunkini andırıyordu. Yaşıyor muydu? Bunu sorduğunda cevabı kendisi bile veremiyordu… Karanlık odaları tek tek dolaştı. Sanki öğretilmiş bir görevi yerine getiriyordu. Ve yerler… Yerlerde cinnetli bir geceden kalma hayal kırıkları gibi fırlatılmış, sivri uçlu eşya parçaları kol geziyordu. Çıplak ayaklarına batanlara aldırmıyordu. Kanıyla vücudunu dolaşan alkol hücrelerini uyuşturuyordu. Hissizleşiyordu. Ve alkole en çok bunun için sığınıyordu. Kırıklar ciğerini delse de fark etmiyordu.
Banyoya gidip suyu açtı ve öylece seyretti bir süre kıpırtısız… Rengârenk taşları yalayıp giden bir akarsu kenarında olmayı düşledi hasretle. Küçük bir kuş olmalıydı, genç bir ağacın dalına oturup akıp giden şıpırtılı, koynunda minik sevimli balıklar saklayan bir ırmağı ona şarkılar söyleyerek sevmeliydi. Elbiselerinden kurtulup sarhoş bedenini suyun akışına teslim etti… ve deliğe doğru girdaplar oluşturarak ilerleyen pembeliğe takıldı gözleri. Ayakları kanıyordu. Saçlarında düğüm düğüm olmuştu çaresizliği. Ne yapsa çözülmüyordu. Su da yardım etmiyor arınmaya. Telefon mu çaldı? Tarihini unuttuğu bir zamandan beri kesik oysa ve kapısını kimse çalmıyor aylardır. Yine de kulağında hep çınlamaları…
Temiz kıyafetler bulmak için çektiği her çekmece hayatı gibi allak bullak. Kirliler temizlere karışmış, zamandan armağan kırışıklıklar ve karışıklıklar… Sonunda vazgeçip yatağın üzerine gelişigüzel atılmış solgun bir geceliği geçiriyor sırtına. “İşte her şeyin özeti bu değil mi! Hayat!!!Aradığım hiçbir şeyi çıkarmadın karşıma! Hep başka başka engeller, sürgünler peyda ettin. Vazgeç diye öyle haşin ve ısrarlı baktın ki gözlerime, kuyruğunu kıstırmış bir köpek gibi oldu dönüşlerim, terk edişlerim ve vazgeçişlerim. Seninle meydanlara çıkıp dövüşecek cesareti toplamama hiç izin vermedin. Çünkü senin tarzın bu, belden aşağı vurmayı seviyorsun.”
Aynalarla konuşuyordu ve geceyle. Balkona çıkıp yıldızlara sövüyordu. Öyle uzaktan parlamak kolaydı. Bu dünya, bu gazap yeri herkesi, her şeyi söndürüyordu. Lambalarla sahte ışıklar yaratıyordu şehir. Kokmayan çiçekler gibi yaşanıyordu artık geceler… Aydınlık kaldırımlar, karanlık hayatlara tanıklık ediyordu. İnsanlar bir şeylere şahitlik etmekten korkar olmuştu son günlerde… Herkes iyiden iyiye birbirine yabancılaşıyordu. İnsanlar yaşama yabancılaşıyordu. En şaşılası ölümler sıradanlaşıyor, en benzersiz intiharlar bezgince ve mimiksiz seyrediliyordu.
Köklerini konserve kutularına hapsettiği çiçekleriyle özleşiyordu… Artık onların topraksız ve sıkıştırılmış benliklerinde hiç uçurulmamış bir uçurtma için duyduğu sızıyı görüyordu. Kapana kısılmışlar gibi boynu gün be gün yukarı doğru uzuyordu. Sanki daha çok günışığına ihtiyacı varmış ya da bataklığın dibinde kaybolan gövdesine inat başını umutsuzca uzatıyormuş gibi… Ve ömründeki geceler de uzuyordu boynuyla birlikte.
Sigaraları peş peşe yakıyordu, tek bir pencere açmadan. Ateşini yüzüne doğru çevirip dumanın harelerini izliyordu;“Senin dumanında boğulmak! Ölüm! Geleceksen böyle gel, buyur bir tane de sen yak. Gidişimizi kutlayarak üfle zehrini yüzüme!”
Kıyıları özlüyordu kimbilir kaç zamandır. Ama saksılardaki güzellikler gibi sararıp solmaktan öte bir tepki ortaya koyamıyordu. Artık gülümsetmez olmuştu Orhan Veli’nin o çok sevdiği yakamoz yakamoz denizi, martı çığlıklarını ve yosun kokularını taşıyan şiirleri.
Ben nereye aidim diye soruyordu kendine duraksız… “İnsan nereye ait hisseder kendini yaşamı boyunca? Hep sürgün mü yaşanır, kovulmuşlarız belki gerçektir bütün o efsaneler… Cennetten atılalı beri bu topraklarda dön dolaş amansız bir arayış ve nereye gidersen git kocaman bir saksıdasın işte… Yine de sürgünsün. Hayata sürülmüşsün… İşte esaretimi tamamlıyor bu ev, bu eşyalar, bu komşular ve bu sokak…” Bu her günü birbirinden farksız, düğünleri-cinayetleri hep aynilikle yaşayan bu insanlar… Bu bütün yaşamı hayvansal içgüdüler üzerine kurulu, doğan-doğuran-yiyen-uyuyan-öldüren ve ölen insanlar. Nasıl diğer canlılarla aralarında fark olduğunu iddia edebiliyorlardı, üstelik de üstün olduklarını sanıyorlardı…
Beyninde kaynayan kazanların altına yeni odunlar atıyordu bu düşüncelerle uzandığı yatağından kirli tavanıyla konuşurken.
Tokalar… Üzerine yattığı bir toka sırtına batıyor, kolunu döndürüp buluyor ve elinde çevirirken düşünmeye başlıyor yine. Düşünmekten bıkıyor bazı geceler, alkolünde faydası olmuyor artık bu düşünce akınlarını durdurmaya. İsyanlar çıkıyor, sağı solu yağmalıyor bu baskıncı fikirler. “Tokalar ne işe yarar? Bir tutam saçı alıp başka bir tutama tutturmaya mı? İnsanları birbirine tutturmak için gereken nedir peki? Yalnız kalınca neden taranmamış gibi yapağılaşıyoruz her halimizle. Ya o tokalar çok kalınca acıtmıyor mu kafamızı ve bazen tutamı tutamdan ayırırken yolmuyor mu bu tokalar saçlarımızı?......”
Köpek çeteleri kol geziyor yine geceleri sokak aralarında. Kimbilir belki bir sarhoşu ya da zavallı bir kediyi önlerine katmış bağır çağır karanlığı yırtarak koşuyorlar işte. Kulak kabartıyor yattığı yerden sarhoş kaşlarını kaldırarak. “Çıkıp bende onlarla koşsam, koşsam….kusacak kadar koşsam ve unutsam tüm bu soruları, unutsam öfkeyi, unutsam kendime kabul ettiremediğim her gerçeği.
Bütün canlılar doğayı kutsuyor, taçlanıyorlar baharın gelişiyle. Peki, ama nesi var? Neden böyle kupkuru içi? Yeşermek için gücünü bir türlü bulamıyor. “Önce bu evi toplamalıyım” diyor kendine. “Çeki düzen vermeliyim günlerime” Sonra omuzları düşüyor yeniden çaresizce. Ya sokak, ya mahalle, ya şehir, ya ülke, ya savaşlar, ya aç çocuklar… Bunların hiçbiri düzelmedikçe düzenli bir evde yaşamanın ne anlamı var ki!
İleride halkımızın,bunca ibret verici tecrübeden sonra gerçek dindarlarla din tüccar ve aktörlerini birbirinden ayırdedeceğini ümid ederim. Yoksa hep böyle geri ve ezik kalırız (M.Kemal Atatürk)
Cevapla

Konu Araçları
Konuyu Paylaş :  
Konunun Linki :  
BBKodu :  
Konu Araçları :

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi