22-06-2010, Saat: 9:13
(Son Düzenleme: 24-01-2011, Saat: 18:20, Düzenleyen: arachnanthe.)
Devletle AKP yargı zemininde kapıştığı sırada sahneye çok kanlı bir baskınla PKK da girdi.
Sergio Leone’nin o ünlü filmindeki garip sahne gibi üç silahşor düello ediyor.
Kim kimle müttefik, kim kimle düşman, kim kimle ne zaman işbirliği yapacak belli değil, her an her şey değişebilir.
Devlet, ordusuyla ve yargısıyla Kemalizmi ve Kemalistleri temsil ediyor.
AKP, devletle sorunları olan kesimlerle, devletten bağımsız olarak zenginleşen muhafazakârları temsil ediyor.
PKK da Kürtlerin ümitsiz ve öfkeli kanadını temsil ediyor.
Belli ki bu üç “organizma” aralarında barışçı bir çözüm bulamayacak.
Barışa tam yaklaştığımız sırada yeniden savaşa yuvarlandık.
Savaştan en fazla zararı görecek olanlar AKP’nin temsil ettiği zengin muhafazakârlar, onların üretmek, ticaret yapmak, zenginleşmek için barışa, dünyaya açılmaya ihtiyaçları var.
Her çatışma onlara zarar veriyor.
Kemalist devlet, hem zengin hem de kalabalık muhafazakâr kesime karşı kendi iktidarını demokrasi ve hukuk düzeni içinde koruyamayacağını biliyor.
O, varlığını ve iktidarını koruyabilmek çatışmacı bir ortama ihtiyaç duyuyor.
Barış olur da çatışma biterse ordunun kışlasına, yargının kürsüsüne dönmesi ve ikisinin birlikte siyasi iktidarı terk etmesi gerekecek.
PKK ise bir barışa, ancak kendisi “barışın bir aktörü” olursa ve barış sonrası şekillenecek siyasette bir yer bulacağı garanti edilirse razı olacak.
Bu üçlü oyunda en kolay tehdit edilecek olan AKP.
Çünkü devlet de PKK da savaş ortamını istedikleri zaman yaratabilir ve AKP’nin temsil etiği kesimlerin AKP’yi “sorunu çözemeyen parti” gibi görmesini sağlayabilirler.
Böyle bir görüntü AKP’ye siyasi iktidarını kaybettirebilir.
Devlet, “benim iktidarımı sorgulama yoksa seni yargı alanında sıkıştırır, ortamı gerginleştirir ve seni sahneden yargı yoluyla atarım” diyor.
PKK ise, “istediklerimi kabul etmezsen savaşı öyle bir yaygınlaştırırım ki benim isteklerimi kabul etmemek senin varlığını sona erdirir” diyor.
AKP ise bu ikili sıkıştırma içinde kendine manevra alanları açabilmek için ürkek hamleler yapıyor ama hamlelerinin sonunu getiremiyor.
Kararlı bir sesle “barıştan ve demokrasiden taviz vermem” diyemiyor.
Çünkü devlet ve PKK varlıklarını sürdürebilmek için kimsenin oyuna muhtaç değil ama AKP hem Türklerden hem de Kürtlerden oy almak zorunda, ortam gerginleştiğinde iki tarafı birden memnun etmek çok daha zorlaşıyor ve AKP yalpalıyor.
Bu kadar çok kan aktığında öyle bir nefret dalgası kabarıyor ki iki tarafta da “öldürelim” çığlıkları yükseliyor.
Özellikle Türk ve Kürt gençleri “intikam” isteğinin şehvetine kapılmış halde, “düşmanlarını” yenebilmek için her şeyden vazgeçmeye hazır gözüküyorlar.
İşin en garibi bin yıldır birlikte yaşayan bu iki kavim birbirlerini hiç tanımıyorlar, iki taraf da kendi öfkesinin diğer tarafı sindirebileceğini sanıyor.
Öldürmek sözkonusu olduğunda ve herhangi bir “otorite” öldürme izni verdiğinde iki yanda da gözünü kırpmadan öldürecek çok adam çıkar.
Ölüm, bu topraklarda yaşayanlara “hayattan” daha çekici gözüküyor.
Dünyadan kopuk, şiddet içinde büyümüş Türk ve Kürt gençleri bugün kanlı bir “iç savaşı” istiyor, son bir hesaplaşma için ülkenin mezbahaya dönmesini, insanların sokaklarda birbirlerini kesmesini arzuluyor.
İstediklerinin gerçekleşmesi halinde neler yaşanacağını, ölenlerin arasında kendi annelerinin, babalarının, sevgililerinin, arkadaşlarının da bulunacağını bir türlü kavrayamadıklarından bu “son hesaplaşmanın” yaşanmasını bekliyorlar.
Bir iç savaş yaşarsak, bunun sonucunda ne bugünkü Kemalist devlet, ne AKP, ne de PKK kalır; bu üçünün de içinde yer almayacağı yeni bir Türkiye kurulur ve yeni siyasi dengeler oluşur.
Böyle bir savaşı kışkırtan her kurum aslında intihar eder.
Ama asıl önemli olanı bu değil.
Önemli olan, çok insan ölür böyle bir savaşta.
Bu savaşı kim önleyebilir peki?
Bunu önlemek bugün muhafazakârlara, demokratlara ve PKK dışındaki Kürtlere düşüyor, bu üçü biraraya geldiğinde Türkiye’deki en kalabalık ve en büyük güç oluşuyor, ırkçı bir öfkeden kendilerini kurtarıp, cesaretle “barışa” sahip çıkarlarsa belayı atlatırız.
Böyle bir “barış birliği”, içerde ve “dışarıda” bu savaşı isteyecek olanları durdurur.
Ben böyle bir barış birliğinin kurulabileceğinden, bu ülkenin “ölüme” teslim olmayacağından ümitliyim, iki tarafta da çocuklarının yaşamasını “intikam isteğinden” daha önemli görecek kalabalıklar var.
AKP de zikzaklar çizmek yerine bu “birliğe” kararlı bir şekilde katılır ve demokratik hamlelerini derhal yaparsa hem kendini kurtarır hem cepheyi güçlendirir.
Devlet ve PKK hamlelerini yaptı, sıra şimdi bu “barış birliğinde”, onların hamlesi kaderimizi belirleyecek.