Briget Jones'un Günlüğü..

Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 1.68/5 - 22 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
Briget Jones'un Günlüğü..
#1
Icon4 

Bridget Jones... Helen Fielding'in kaleminden yeni çağın duyarsızlık ve umutsuzluk kalelerinde kadınsı içgüdülerini ve sahip olduğu değerleri yitirmeden yeni dünyada varolmaya çalışan bir kadının hikayesi.

Helen Fielding'in tefrika halinde "The Independent" gazetesinde yayınlanan yazıları 1996 yılında "Bridget Jones'un Günlüğü" ismiyle kitaba dönüştürülür. Tam 22 dile çevrilmiştir. Bridget'in hikayesini bir kültür kitabına dönüştüren, hepimizin yeni çağla beraber insanüstü yaratıklara dönüşme gayretimize rağmen zaaflarımızla, kusurlarımızla, eksikliklerimizle bir insan olduğumuzu bize hatırlatıyor olması sanırım. Fielding'in çağımızın ilişkilerine ve çalışan kadının yaşam biçimine ironik yaklaşımı bizi kahkahalara boğarken, hayatlarımıza dair özeleştiri yapmamızı sağlıyor.

Kim bu Bridget Jones? Otuzlu yaşlarına ulaşmış, duyarlı, modern zamanların yalnız iş kadınlarından... Eğer bir kadınsanız, ne yaparsanız yapın kendinizi onunla özdeşleştirmekten alıkoyamazsınız... Eğer bir erkekseniz, kadınların mağaza kabinlerinde ya da evde yalnız geçen akşamlarında cereyan eden iç monologlarına bir röntgenci gibi sızabilirsiniz.

Bridget her kadın gibi sabah uyanır ve gününü verimli, mutlu ve sağlıklı geçirmek için kararlar alır. Ama aldığı kararları hiç uygulayamaz. Çünkü o bir kadındır ve hayat kendi akışında daha bir güzeldir.

"Alkoliklere, işkoliklere, birine bağlanmaktan korkanlara, karısı veye sevgilisi olanlara, milliyetçilere, megalomanlara, kadın düşmanlarına, kaçıklara, beleşçilere ve sapıklara aşık olmayacağım."

"Erkek arkadaşımın olmamasını umursamayacağım, kendini bilen, kendi kendine yeten ve sevgilisiz de ayakta durabilen bir kadın olacağım." (Ayrıca bu bir erkek tavlamanın da en iyi yolu)

"Her gece dışarı çıkmayacağım, evde kalıp klasik müzik dinleyerek kitap okuyacağım."

"Erkekler yüzünden yıkılmayacağım, aksine ayaklarının üzerinde duran soğuk bir buz kraliçesi olacağım." der kendi kendine ama bahtına bağlanmaktan korkan seksi bir iş arkadaşı, kendisini aldatan bir sevgili, egzantrik bir anne, sevgilileriyle bir ayrılıp bir barışan arkadaşlar, içi geçene kadar telefon beklediği sessiz akşamlar düşer.

Post-modern çağın kendini dışa vurmaktan korkan kadınını cesurca konuşturuyor Helen Fielding. Kadın dergilerinin yaratmaya çalıştığı cool hatunlardan değil Bridget... Zaman zaman ümitsizliğe kapılıyor, özgüvenini yitiriyor ama iyimserliğini hiç kaybetmiyor. Sakarlıklar yapan, rezil olan, hayal kırıklığına uğrayan, bir erkek için üzülebilen bir kadın.. Biri için üzülmenin artık pek demode kaldığı bu pek modern zamanlarda hayata kariyer yapmak için gelmediğimizi anımsatıyor bize. Karizma sıfırlanmadan, hayatı sıfırlayan aşk nasıl yaşanır ? Yaşanmaz tabii ki..

Bridget utanmadan sıkılmadan hala aşkı arayan kadınlardan. Ararken de "kaka" ve yaramaz adamlarla karşılaşıyor. Bay Doğru'yu aramanın pek bir romantik ve demode kaçtığının farkındayım ama günde 16 saat çalışarak kariyer yapmaktan daha mantıksız ve aptalca olmadığı kanısındayım.

Satın aldığı self-help kitaplarıyla yaşadığı zamana ayak uydurmaya, aşkı kurallarına göre oynayarak bulmaya ve hayatı kendisi için kolaylaştırmaya çalışan bir kadın... Erkeklere karşı kötü davranarak onları kazanmanın iyi bir yol olmadığına inanan ve bu yüzden de kaybettiğini düşünen bir kadın!?!? Başucunda self-help kitapları ve ezberinde kız arkadaşlarının savaş taktikleri, oyunu doğru oynarsa aşkı yakalayacağına inanıyor, Bridget. Aradığı bir koca değil, duygusal gelişimini sürdürebileceği bir yol arkadaşı... Bekar ve yalnız olmanın küçümsendiği modern hayatlarımızda vaktini hoşlandığı adamı düşünerek ve paranokça hikayeler kurgulayarak geçirebiliyor. Zamanını böyle salakça geçirmekten hoşlanmıyor, ama eğer durum böyle ise de bunda utanılacak ne var ? Koca bir hayat kariyer peşinde koşarak, Avrupa'nın nüfusunun neden azaldığına kafa patlatarak, Puccini dinleyerek geçmez ki??

Bir kadın o. Eski ilişkilerinin tüketemediği bir kadın... Kadınların son kullanma tarihleri erkeklere nazaran daha geç gelir. Kadınların ilk aşktan sonra, erkekler gibi bir daha kullanılamaz hale gelme olasılığı çok düşüktür. Kadınlar her ilişkiyle yaşlanmak yerine her ilişkiyle büyüyüp olgunlaşırlar. Her ilişkiden sonra ne istediklerinin daha iyi bilirler.. Verebilecekleri azalacağına çoğalır, öyle değil mi?

Şu yaş meselesine gelince... Otuzlarına yaklaşan ve yalnız yaşayan bir kadın, o. Annesinin bütün arkadaşlarının çocukları gün be gün evlenip soylarını sürdürmek için ürerlerken, Bridget evde kalmış olabileceğini düşünmemeye çalışarak bir başına varolabileceğini kendine ve dışardaki düşmanlara (bekarlığını bir aile faciasına dönüştüren ailesine, onu "hala" bekar olduğu için biraz garip bulan iş arkadaşlarına) kanıtlamaya çalışır.

30 yaşınıza geldiğinizde yaşıtınız tüm erkeklerin yirmili yaşlardaki hatunlarla ilgilendiğini kabul etmek zorunda kalırsınız. Erkek arkadaşlarınızın, çocuk diye nitelendireceğiniz kız arkadaşları ile tanışma düşüncesi nasıl da feci gelir. Ve eğer evlenmediyseniz, insanların sizin "evde kalmış" olmanızı seçiciliğinizle rasyonalize etme kibarlığını gösterdiğini düşünürsünüz. Oysa evli arkadaşlarınız sizin ne kadar şanslı olduğunuzu tekrarlayıp dururken, siz de Bridget gibi kumsallarda erkeğinizle ve bir bebekle ne kadar tatlı görünebileceğinizin hayalini kurabilirsiniz. Diğerlerinin gözünde evde kalmış olmaktan ölesiye korkan bir kadınsınızdır. Otuzlu yaşlarının başındaki tüm kadınların erkekleri evililik tuzağına düşürmeye çalıştığına inanan erkeklerle boğuşur Bridget. Bir yandan da gözlerinin altında beliren kırışıklıklarla uğraşır. Eeee, hayat pek adil değildir. Erkekler otuzlarından sonra çekici yaratıklara dönüşürlerken, kadınlar otuzlarından sonra kırışıklıklarla tanışırlar.

Neyse hikayenin sonunda beyaz atlı prens geliyor. Jane Austen'ın "Gurur ve Önyargı" kitabının kahramanıyla aynı ismi taşıyan Mr Darcy bu kuralların ne kadar geçersiz oldugunu Bridget'e gösteriveriyor. Heeeyy!!! Yani erkek sevdikten sonra o Yunan ölçülerinin de, kazanmaya dair oynanan oyunların da pek bir geçerliliği kalmıyor!?!? Sonunda aşk kazanıyor. Peki var mı Marc Darcy gibi bir adam? Aynı frekansta yaşadığınız, taktiklere başvurmadan salt samimiyetle kazanabileceğiniz ya da karşılaşabileceğiniz bir aşk var mı? Yoksa biz kadınlar hala bunun hayalini mi kuruyoruz? Ve Helen Fielding de bilincimizin en tenha köşelerini işgal eden bu hayallerimizi kaleme aldığı için mi, onu okumaktan bu kadar çok keyif alıyoruz?


ŞİİDDETLE TAVSİYE EDİYORUM .....
her yeni bir gün ; yeni bir umut.!
Cevapla

Konu Araçları
Konuyu Paylaş :  
Konunun Linki :  
BBKodu :  
Konu Araçları :

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi