20-02-2007, Saat: 3:01
(Son Düzenleme: 17-08-2008, Saat: 18:01, Düzenleyen: arachnanthe.)
Halk Edebiyatı
Türk Halk edebiyatı, XIII. yüzyıldan başlayarak, Anadolu'da başlıca iki kolda eserler vermiştir. Bunlardan biri, tasavvuf inanış ve düşünüşleriyle meydana gelen Halk Tasavvuf Edebiyatıdır ki buna Tekke edebiyatı demek de doğrudur.
İkincisi, en önemli eser ve şairlerini bu bölümde göreceğiniz din dışı halk edebiyatıdır. Bu manada halk edebiyatı, İslam inanışlarına bağlı kalmak onun hey canlarını da yaşatmakla birlikte genel olarak, aşk şiirleri, tabiat şiirleri, destanlar, aşk ve kahramanlık hikâyeleri söyleyen ve daha başka sosyal konularda eser veren bir edebiyattır. Aynı edebiyat, aynı konular ve vakalarla bir halk tiyatrosu da meydana getirmiştir.
Tasavvuf edebiyatı, XIII. yüzyılda Anadolu'da Mevlana Celâleddin Rumî gibi, yüksek zümrenin büyük sofileri elinde ve Fars diliyle eserler vermekte idi. Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled de yine Farsça ile yazdığı eserlerine bazı Türkçe kısımlar eklemişti.
Fakat XIII. yüzyıl Anadolu'sunda Tasavvuf felsefesini, o zamana kadar görülmemiş derecede güzel bir Türk diliyle, Türk vezin, şekil ve kafiyeleriyle söyleyerek, yeni yurtta halk diliyle büyük bir tasavvuf edebiyatı kuran Ünlü şair Yunus. Emre'dir.
YUNUS EMRE (1238?-1320?):Yunus Emre, yedi yüzyıldan beri, Türk halkı arasında, bir dinî destan kahramanı şöhretiyle yaşayan ve sevilen şairdir. Anadolu halkı, onun hayatı, şahsiyeti ve şiirleri çevresinde çeşit çeşit menkıbeler söylemiş; güzel şiirlerinin, ancak ilâhî bir kaynaktan alınan ilhamla söylendiği inancına varmıştır.
Bu sebeple onun, çok az bildiğimiz, gerçek hayatıyla ölçülemeyecek kadar geniş ve zengin bir destanî hayatı vardır. Yunus Emre'nin saf bir toprak adamı olduğu, hayatının ilk çağlarında rençberlikle yaşadığı söylenir. Allaha varma yollarını Hacı Bektaş Veli'den öğrenme fırsatını, saflığı yüzünden kaçırdığı, sonra Tapduk Emre'nin tekkesine koşarak, uzun yıllar bu tekkenin hizmetinde bulunduğu anlatılır; yıllarca bu tekkeye düz ve kuru odun taşıdığı, yıllarca seyahat ettiği ve bir gün kilidi açılıp dili çözülerek, duyulmamış derecede güzel şiirler, ilâhîler söylemeye başladığı hikâye edilir.
İşte, her menkıbenin bir parça da hakikat taşıdığı düşünülerek, gerek bu destanlardan, gerek Yunus'un kendi şiirlerinden ve ele geçen yazılı belgelerden çıkarılan bilgilere göre, Yunus'un büyük hayatı, şöylece özetlenir:
Yunus Emre, Anadolu'ya Horasan illeri'nden gelmiş bir aileye mensuptur. Şair XIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIV. yüzyıl başında Orta Anadolu’da yaşamış bir Türkmen dervişi idi
İlim âlemi yıllardan beri onun hayatını, nerede doğup, nerede öldüğünü araştırıyor. Halbuki bu büyük şairin Anadolu'da dokuz yerde mezarı vardır. Bir tek vücudun birden fazla yerde gömülü olması, daha bazı din uluları için de düşünülmüştür. Her şehir, her köy, Yunus'un kendi topraklarında gömülü olmasını istemiş, ona kendi bağrında bir makam hazırlamış, herhangi bir mezarın, onun mezarı olabileceği hayaline kapılmıştır.
Yine menkıbelerden ve şiirlerinden öğrendiğimize göre, Yunus, Mevlâna Celâleddin Rumî ile Hacı Bektaş Veli ile ve XIII. yüzyılın diğer büyük Anadolu sofilerinden Saltuk Baba, Barak Baba, Tapduk Baba gibi şahsiyetlerle görüşmüş, bunlardan Tapduk Baba'ya müritlik yapmıştır.
“Mescidde medresede çok ibâdet eyledüm”
gibi sözler söylediği halde, bu büyük şairin medrese öğrenimi görüp görmediği bilinemiyor.
ESERLERİ: Yunus’un, Risâlet-ün-Nushiyye adlı, öğretici bir mesnevisi vardır. Aruzla yazılan bu eser, bize şairin bir mürşit sıfatıyla da çalışmış olabileceğini düşündürüyor. Onun asıl ölmez eseri, büyük bir aşk ve düşünüş heyecanı ile söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divan’ıdır.Yunus divanında aruz vezniyle ve gazel şeklinde söylenmiş şiirler de vardır, fakat şair ilahilerinin çoğunu ve en güzellerini hece ile ve dörtlüklerle söylemiştir.
EDEBİ ŞAHSİYETİ
Yunus Emre, Türk düşünüş edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında hummalı zihin yoruşları vardır.
İslam inanışının, üzerinde durmaktan çekindiği birçok problemler, Yunus'un serbest ve zeki düşüncelerine konu olmuştur. Şair, duyup düşündüklerini, sade bir Türkçeyle anlatmıştır
“Salınur Tûba dalları - Kur'an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri - Kokar Allah deyü deyü”
gibi sade, basit, fakat söylenilmesi güç mısralardır. Yunus Emre, her nesnede, her yerde, Allah’ın varlığını bulan bir şairdir. O yüzden şiirlerinde genellikle mistik bir hava vardır.
DİLİ ve SANATI
Onun, hiç bir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz fakat güzel şiirlerine bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Yunus’un şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi, hemen görülür. Yunus bu şiirleri, eskiden öğrendiği bazı unutulmaz şiirleri hatırlıyor, onları tekrarlıyormuşçasına kolay söylemiştir.
Yunus'un şiirlerinde İslami bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu medeniyeti'nin ilhamıdır. Fakat geri kalan her şey, dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyla millidir.
PÎR SULTAN ABDAL
XVI. yüzyıl Tekke edebiyatının coşkun ve Ünlü bir şairi de Pir Sultan Abdal'dır. Heyecanlı bir şair olması; halk tarafından çok tutulması; onun adının ve şiirlerinin yaşamasını sağlayan sebeplerdendir. Pir Sultan'ın, halk deyimleriyle; Sivas dolaylarına ait coğrafya isimleriyle ve günün olaylarından yankılanmış heyecanlarla süslediği şiirler, çok kere güzel ve samimidir. Ancak bu şiirlerde Yunus Emre'de okumaya alıştığımız, derin ve feragat dolu, ilahi aşk felsefesine, aynı kuvvetle rastlamak kolay değildir. Pir Sultan'ın şiirlerinde, bu şairin dünya işlerine ve dünya ihtiraslarına karışmasından doğan bir maddilik sezilir.
DEDE KORKUT HİKÂYELERİ
Dede Korkut Hikâyeleri, fetih yıllarından beri Anadolu'nun doğusunda yaşayan Oğuz Türkleri'nin, Gürcü'ler, Abaza'lar, Trabzon Rumları ile yaptıkları savaşları anlatır; eski Türk mitolojisinden hatıralar yaşatır; bu ülkelere yerleşen Oğuz Türkleri'nin kendi iç maceralarını hikâye eder. Fakat bu hikâyelerin özü sayılan temel konular, Oğuz Türkleri'nin eski destanlarından alınmıştır: Bu gibi destan hatıraları, yeni coğrafyada, yeni tarih olaylarıyla birleşerek, yeni hikâyeler haline gelmiştir. Esasen Dede Korkut Hikâyeleri, bazen hikâye çehresi taşıdıkları, bazen masal çeşnisi gösterdikleri halde, daha çok destan adı verilecek özelliklerle söylenmiştir.
HİKÂYELERİN DİLİ
Dede Korkut Hikâyeleri, Türk halk dilinin kendi kelimeleri, kendi deyimleri, kendi hikâye üslubuyla ne güzel eserler verebileceğini meydana koyan değerli kaynaktır. Dede Korkut Hikâyeleri, yarı manzum, yarı nesir diliyle söylenmiş hikâyelerdir. Ancak bu hikâyelerdeki nesirde, nesirden çok nazma yakın bir ahenk vardır. Bu ahenk, nesir cümlelerinin yer yer vezinli parçalarla, iç kafiyeleriyle seslendirilmesinden doğmuştur. Manzum parçalarda, bazen, muntazam nazma, bazen serbest söyleyişe yaklaşan bir çeşitlilik vardır. Muntazam mısraları 4 + 4 + 4 ya da 4 + 3 ve 4 + 4 vezinleriyle, bazen de 4+ 4 + 3 ahengiyle söylenmiştir. Nesir cümlelerindeki vezinli parçalarda da yine bu vezinlerin ahengi vardır.
HİKÂYELERİN YAZARI
Bugün elimizde bulunan Kitâb-ı Dede Korkut adlı yazma eserde bir başlangıç yazısından sonra, 12 ayrı hikâye vardır. Fakat müstakil maceralar gibi görünen bu hikâyelerin birleşen tarafları çoktur. Bazı hikâyelerdeki olay ve kahramanların öteki hikâyelerle ilgili olması, Dede Korkut isimli, bilgili Oğuz atası'nın, her hikâyede ufak, büyük bir vazife görmesi, hikâyeleri birleştiren taraflardandır.
Hikâyelerin gerek manzum, gerek mensur parçalarında, böyle birbirine benzer sözler, hitaplar, şahıs ve tabiat tasvirleri çoktur. Hatta bazı araştırıcılar Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki bu söyleyiş benzerliğine dikkat ederek, hikâyelerin bugün adını bilmediğimiz -çok usta- bir yazar tarafından yazıldığını ileri sürmüşlerdir.
Şu halde Dede Korkut Hikâyeleri’ni -şimdilik- Oğuz Türkleri arasında o çağların gelenekleşmiş hikâye Üslubuyla söylenen destanî halk hikâyeleri diye tanımaktayız. Bu hikâyeler, XV. yüzyılın ilk yıllarında, okuma yazma bilen herhangi bir meraklı, belki de hikâye anlatmayı meslek edinmiş bir halk hikâyecisi tarafından bir deftere yazılarak ölümsüzleştirilmiştir. Bu hikâyeler tıpkı Türk destanları gibi, bir tek şahsın değil, bütün bir milletin hikâye yaratma hünerleriyle meydana gelmiş ortak halk edebiyatı verimleridir.
HİKÂYELERDE DESTAN ve MİTOLOJİ HATIRALARI
Dede Korkut Hikâyeleri'nde eski Türk destanlarından yankılar yaşadığını söylemiştik. Mesela bir kısım Dede Korkut kahramanları, eski destanlardaki gibi, bir canavar öldürdükleri ya da canavarlarla güreştikleri için şöhret kazanırlar; at, ağaç, ışık, su sevgisi gibi milli destan unsurları, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de vardır. Altın, gümüş, bakır, çelik (pulat) gibi. Türkçe maden isimleri hikâyelerde aynı Önemle anılmaktadır.
HALK EDEBİYATININ GELİŞMESİ
Anadolu'da Türk Halk Edebiyatının, bu arada Halk şiirinin, milli vezinler, milli şekiller, milli duygu ve söyleyişlerle adeta klasik bir çehre alarak gelişmesi, XV.-XVII. yüzyıllarda olmuştur. XV. yüzyılda Bahşi XVI. yüzyılda Kul Mehmed, Öksüz Dede, Hayalî ve Köroğlu gibi tanınmış şairler yetiştiren halk şiirinin, daha çok sayıda kudretli şairler elinde bir altın devri yaşadığı yüzyıl ise XVII. yüzyıldır.
Bu yüzyıllarda ellerinde sazlarla; diyar diyar dolaşıp, gördükleri yurt güzelleri ve yurt güzellikleri için şiirler söyleyen saz şairleri, Türkiye'de gittikçe gelişen bir Halk edebiyatının şöhretli ozanlarıydı. Saz şairleri, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında bazen bir Türk askeri olarak vazife alıyor; çeşitli savaş türküleri ve kahramanlık şiirleri söylüyorlardı. Aynı şairlerin türkülerinde, koşma'larında, destanlarında, yaşadıkları çağın sosyal hayatından yankılar bulunuyor, Türk milletinin, tarih ve topluluk olayları karşısındaki duygu ve düşünceleri işleniyordu.
Saz şairleri, halk toplantı yerlerinde çok sevilen, çok aranılan kimselerdi. Aynı toplantılarda Halk hikâyecileri de bulunuyordu. Hikâyeciler, halka eski destanları tekrarlıyor, dini hikâyeler anlatıyor; günün sosyal hayatından alınmış konuları hikâye ediyorlardı. Sosyal hayatın bozuk tarafları, komik sahneleri, halkın gözünden kaçınıyor, halk zekâsı, hikâyecilerin eliyle bunları kuvvetle karikatürize ediyordu.
Hikâyecilerin yaptığı iş, bir taraftan da halk tiyatrosunda, Ortaoyunu, gölge oyunu (Karagöz) olarak sahneye konuluyordu.
Bütün bu Halk edebiyatı hareketleri yüksek zümre tarafından layıkıyla mühimsenmediği için, onların bu söyleyişleri, okuryazarlar tarafından yazıya geçirilmiyordu. Bazı mutlu tesadüflerle yazıya geçebilenlerin dışında kalan birçok şiirler ve hikâyeler, ancak Türk halkının vefalı hafızasında yaşıyor, birçokları da tarihin karanlığına gömülüyordu. Sazlarla birlikte söylendikleri için halk dilinde güzel sesleriyle yaşayan bu şiirlerin birçoğu, yazılı edebiyata daha sonraki yüzyıllarda geçmiştir.
Halk edebiyatı, XVII. yüzyılda, halk şiiri, halk hikâyesi, halk tiyatrosu alanlarında eserler vermiş; Halk şiirinin en büyük saz şairleri, halk hikâyecileri, Karagöz, Orta-oyunu gibi halk tiyatroları, saraylara da girerek, yüksek zümre arasında ciddi bir rağbet görmeye başlamıştır.
İmparatorluğun her köşesine yayılan saz şairleri, yeniçeriler, sipahiler, leventler gibi askerî topluluklar içinde; kahvehaneler, bozahaneler, gezinti yerleri gibi, halk toplantı yerlerinde yetişiyor, şiirlerini de yine buralarda söylüyorlardı. Cura, çöğür, tanbura gibi çeşitli sazlar çalan bu şairlerin, askeri alaylara katıldıkları da oluyordu.
Bir kısım saz şairleri, yalnız hece vezniyle ve milli nazım şekilleriyle şiir söylemekle yetinmiyor, aruz veznini ve Divan şiirinin nazım şekillerini de kullanıyorlardı. Bu tarz Halk şiirlerinde Divan şiirinin kelime, deyim, teşbih Ve kavramlarına yer verildiği görülüyor; buna karşı, Divan şiiri lisanında da halk deyimlerinin yer bulduğu oluyor, yüksek zümre şairlerinin halk tarzı şiirden hoşlanmaya başladıkları seziliyordu.
XVII. yüzyılın tanınmış saz şairleri içinde, Kuloğlu, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gazi, Âşık Hasan, Demircioğlu gibi önemli isimler vardır. Bunlar arasında sivrilerek, büyük şöhret yapmış en namlı şairler ise, Âşık Ömer, Gevheri ve Karacaoğlan'dır.
KARACAOĞLAN
Türk saz şairleri içinde tamamıyla halk zevkine bağlı kalarak, şiirlerinde bu zevkin bütün inceliklerini, saf ve yerli söyleyişlerini dile getiren şair, Karacaoğlan'dır. Karacaoğlan, elde edilen son bilgilere göre, XVI. asrın ikinci yarısında ve XVII. asır başlarında yaşamış bir saz şairidir. Şiirlerinde Divan kültürü bulunan, XVII. asır saz şairi Âşık Ömer'in Karacaoğlan'dan bahsederken, onu, «saçma sapan söz söyleyen kimse» anlamında kullandığı ozan kelimesiyle yâd ettiği bilinir. Âşık Ömer, ozan kelimesini, yüksek zümre dilindeki mana ile kullanmış ve kendinden önce yaşayarak, yalnız halk tarzında söyleyen Karacaoğlan'ı küçük görmüştür. Buna mukabil, Karacaoğlan, (belki de kendisine divan kültürü'nü tanıtacak bir çevrede yetişmediği için) daha çok, halk nazım geleneğinin ve tarihi halk söyleyişinin bir temsilcisi olmuştur.
Gezici saz şairi hayatına uyarak diyar diyar dolaşan şair, her ayrıldığı yerden yeni bir yurt güzelinin özlemini yüklenerek ayrılmış; her vardığı yerde, yeni bir yurt güzeline gönül vermekte gecikmemiştir. Al veya mavi kadife şalvarlar giyen, saçları dizlerine kadar uzanmış, ibrişim kuşaklar sarınan; ellerinde, başlarında gül ve papatya dizileri taşıyan bu yurt güzellerini Karacaoğlan öve öve bitiremez. Ağızlarının oğul balı gibi tatlı olduğunu, seslerinin kumru sesi gibi nazlı olduğunu, bu yerli ve milli güzelliğin farkında olarak söyler. Şair: Ela gözlerini sevdiğim dilber
Kokuya benzettim güller içinde
İnceciktir belin, hilaldir kaşın
Selviye benzettim dallar içinde
gibi söyleyişleriyle, ne kadar yerli ise,
İndim seyran ettim Frengistanı
İlleri var bizim ile benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
gibi söyleyişleriyle de o kadar millidir. Aynı şiirde. Karacaoğlan'ın, bu yabancı illerde konuşulan dili yadırgayarak çok sevdiği Türkçe'ye benzemeyen bu dillerden hoşlanmadığını;
Güzelleri şarkı söyler çığrışır
fakat
Dilleri var bizim dile benzemez
diye, Türkçe konuşulmayan yerleri sevmediğini ve bu duygusunu:
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz
İlleri var bizim ile benzemez
diye ifade eder.
Türk Halk edebiyatı, XIII. yüzyıldan başlayarak, Anadolu'da başlıca iki kolda eserler vermiştir. Bunlardan biri, tasavvuf inanış ve düşünüşleriyle meydana gelen Halk Tasavvuf Edebiyatıdır ki buna Tekke edebiyatı demek de doğrudur.
İkincisi, en önemli eser ve şairlerini bu bölümde göreceğiniz din dışı halk edebiyatıdır. Bu manada halk edebiyatı, İslam inanışlarına bağlı kalmak onun hey canlarını da yaşatmakla birlikte genel olarak, aşk şiirleri, tabiat şiirleri, destanlar, aşk ve kahramanlık hikâyeleri söyleyen ve daha başka sosyal konularda eser veren bir edebiyattır. Aynı edebiyat, aynı konular ve vakalarla bir halk tiyatrosu da meydana getirmiştir.
Tasavvuf edebiyatı, XIII. yüzyılda Anadolu'da Mevlana Celâleddin Rumî gibi, yüksek zümrenin büyük sofileri elinde ve Fars diliyle eserler vermekte idi. Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled de yine Farsça ile yazdığı eserlerine bazı Türkçe kısımlar eklemişti.
Fakat XIII. yüzyıl Anadolu'sunda Tasavvuf felsefesini, o zamana kadar görülmemiş derecede güzel bir Türk diliyle, Türk vezin, şekil ve kafiyeleriyle söyleyerek, yeni yurtta halk diliyle büyük bir tasavvuf edebiyatı kuran Ünlü şair Yunus. Emre'dir.
YUNUS EMRE (1238?-1320?):Yunus Emre, yedi yüzyıldan beri, Türk halkı arasında, bir dinî destan kahramanı şöhretiyle yaşayan ve sevilen şairdir. Anadolu halkı, onun hayatı, şahsiyeti ve şiirleri çevresinde çeşit çeşit menkıbeler söylemiş; güzel şiirlerinin, ancak ilâhî bir kaynaktan alınan ilhamla söylendiği inancına varmıştır.
Bu sebeple onun, çok az bildiğimiz, gerçek hayatıyla ölçülemeyecek kadar geniş ve zengin bir destanî hayatı vardır. Yunus Emre'nin saf bir toprak adamı olduğu, hayatının ilk çağlarında rençberlikle yaşadığı söylenir. Allaha varma yollarını Hacı Bektaş Veli'den öğrenme fırsatını, saflığı yüzünden kaçırdığı, sonra Tapduk Emre'nin tekkesine koşarak, uzun yıllar bu tekkenin hizmetinde bulunduğu anlatılır; yıllarca bu tekkeye düz ve kuru odun taşıdığı, yıllarca seyahat ettiği ve bir gün kilidi açılıp dili çözülerek, duyulmamış derecede güzel şiirler, ilâhîler söylemeye başladığı hikâye edilir.
İşte, her menkıbenin bir parça da hakikat taşıdığı düşünülerek, gerek bu destanlardan, gerek Yunus'un kendi şiirlerinden ve ele geçen yazılı belgelerden çıkarılan bilgilere göre, Yunus'un büyük hayatı, şöylece özetlenir:
Yunus Emre, Anadolu'ya Horasan illeri'nden gelmiş bir aileye mensuptur. Şair XIII. yüzyılın ikinci yarısında ve XIV. yüzyıl başında Orta Anadolu’da yaşamış bir Türkmen dervişi idi
İlim âlemi yıllardan beri onun hayatını, nerede doğup, nerede öldüğünü araştırıyor. Halbuki bu büyük şairin Anadolu'da dokuz yerde mezarı vardır. Bir tek vücudun birden fazla yerde gömülü olması, daha bazı din uluları için de düşünülmüştür. Her şehir, her köy, Yunus'un kendi topraklarında gömülü olmasını istemiş, ona kendi bağrında bir makam hazırlamış, herhangi bir mezarın, onun mezarı olabileceği hayaline kapılmıştır.
Yine menkıbelerden ve şiirlerinden öğrendiğimize göre, Yunus, Mevlâna Celâleddin Rumî ile Hacı Bektaş Veli ile ve XIII. yüzyılın diğer büyük Anadolu sofilerinden Saltuk Baba, Barak Baba, Tapduk Baba gibi şahsiyetlerle görüşmüş, bunlardan Tapduk Baba'ya müritlik yapmıştır.
“Mescidde medresede çok ibâdet eyledüm”
gibi sözler söylediği halde, bu büyük şairin medrese öğrenimi görüp görmediği bilinemiyor.
ESERLERİ: Yunus’un, Risâlet-ün-Nushiyye adlı, öğretici bir mesnevisi vardır. Aruzla yazılan bu eser, bize şairin bir mürşit sıfatıyla da çalışmış olabileceğini düşündürüyor. Onun asıl ölmez eseri, büyük bir aşk ve düşünüş heyecanı ile söylediği şiirlerini bir araya toplayan Divan’ıdır.Yunus divanında aruz vezniyle ve gazel şeklinde söylenmiş şiirler de vardır, fakat şair ilahilerinin çoğunu ve en güzellerini hece ile ve dörtlüklerle söylemiştir.
EDEBİ ŞAHSİYETİ
Yunus Emre, Türk düşünüş edebiyatının en büyük şairlerinden biridir. Onun uzun, devamlı hayat tecrübeleri, varlık, yokluk, aşk ve Allah hakkında hummalı zihin yoruşları vardır.
İslam inanışının, üzerinde durmaktan çekindiği birçok problemler, Yunus'un serbest ve zeki düşüncelerine konu olmuştur. Şair, duyup düşündüklerini, sade bir Türkçeyle anlatmıştır
“Salınur Tûba dalları - Kur'an okur hem dilleri
Cennet bağının gülleri - Kokar Allah deyü deyü”
gibi sade, basit, fakat söylenilmesi güç mısralardır. Yunus Emre, her nesnede, her yerde, Allah’ın varlığını bulan bir şairdir. O yüzden şiirlerinde genellikle mistik bir hava vardır.
DİLİ ve SANATI
Onun, hiç bir yapmacığa sapmadan, bir sanat kaygısına düşmeden söylediği sade, külfetsiz fakat güzel şiirlerine bütün tasavvuf edebiyatında benzer şiirler bulmak kolay değildir. Yunus’un şiirlerinde tasavvufun söylenmesi güç fikir ve heyecanları, berrak bir su içindeymiş gibi, hemen görülür. Yunus bu şiirleri, eskiden öğrendiği bazı unutulmaz şiirleri hatırlıyor, onları tekrarlıyormuşçasına kolay söylemiştir.
Yunus'un şiirlerinde İslami bir duyuş ve düşünüş sistemi olan tasavvuf felsefesi, Yakın Doğu medeniyeti'nin ilhamıdır. Fakat geri kalan her şey, dil, vezin, nazım şekli ve eşsiz bir Türkçe ile söyleyiş, hemen tamamıyla millidir.
PÎR SULTAN ABDAL
XVI. yüzyıl Tekke edebiyatının coşkun ve Ünlü bir şairi de Pir Sultan Abdal'dır. Heyecanlı bir şair olması; halk tarafından çok tutulması; onun adının ve şiirlerinin yaşamasını sağlayan sebeplerdendir. Pir Sultan'ın, halk deyimleriyle; Sivas dolaylarına ait coğrafya isimleriyle ve günün olaylarından yankılanmış heyecanlarla süslediği şiirler, çok kere güzel ve samimidir. Ancak bu şiirlerde Yunus Emre'de okumaya alıştığımız, derin ve feragat dolu, ilahi aşk felsefesine, aynı kuvvetle rastlamak kolay değildir. Pir Sultan'ın şiirlerinde, bu şairin dünya işlerine ve dünya ihtiraslarına karışmasından doğan bir maddilik sezilir.
DEDE KORKUT HİKÂYELERİ
Dede Korkut Hikâyeleri, fetih yıllarından beri Anadolu'nun doğusunda yaşayan Oğuz Türkleri'nin, Gürcü'ler, Abaza'lar, Trabzon Rumları ile yaptıkları savaşları anlatır; eski Türk mitolojisinden hatıralar yaşatır; bu ülkelere yerleşen Oğuz Türkleri'nin kendi iç maceralarını hikâye eder. Fakat bu hikâyelerin özü sayılan temel konular, Oğuz Türkleri'nin eski destanlarından alınmıştır: Bu gibi destan hatıraları, yeni coğrafyada, yeni tarih olaylarıyla birleşerek, yeni hikâyeler haline gelmiştir. Esasen Dede Korkut Hikâyeleri, bazen hikâye çehresi taşıdıkları, bazen masal çeşnisi gösterdikleri halde, daha çok destan adı verilecek özelliklerle söylenmiştir.
HİKÂYELERİN DİLİ
Dede Korkut Hikâyeleri, Türk halk dilinin kendi kelimeleri, kendi deyimleri, kendi hikâye üslubuyla ne güzel eserler verebileceğini meydana koyan değerli kaynaktır. Dede Korkut Hikâyeleri, yarı manzum, yarı nesir diliyle söylenmiş hikâyelerdir. Ancak bu hikâyelerdeki nesirde, nesirden çok nazma yakın bir ahenk vardır. Bu ahenk, nesir cümlelerinin yer yer vezinli parçalarla, iç kafiyeleriyle seslendirilmesinden doğmuştur. Manzum parçalarda, bazen, muntazam nazma, bazen serbest söyleyişe yaklaşan bir çeşitlilik vardır. Muntazam mısraları 4 + 4 + 4 ya da 4 + 3 ve 4 + 4 vezinleriyle, bazen de 4+ 4 + 3 ahengiyle söylenmiştir. Nesir cümlelerindeki vezinli parçalarda da yine bu vezinlerin ahengi vardır.
HİKÂYELERİN YAZARI
Bugün elimizde bulunan Kitâb-ı Dede Korkut adlı yazma eserde bir başlangıç yazısından sonra, 12 ayrı hikâye vardır. Fakat müstakil maceralar gibi görünen bu hikâyelerin birleşen tarafları çoktur. Bazı hikâyelerdeki olay ve kahramanların öteki hikâyelerle ilgili olması, Dede Korkut isimli, bilgili Oğuz atası'nın, her hikâyede ufak, büyük bir vazife görmesi, hikâyeleri birleştiren taraflardandır.
Hikâyelerin gerek manzum, gerek mensur parçalarında, böyle birbirine benzer sözler, hitaplar, şahıs ve tabiat tasvirleri çoktur. Hatta bazı araştırıcılar Dede Korkut Hikâyeleri’ndeki bu söyleyiş benzerliğine dikkat ederek, hikâyelerin bugün adını bilmediğimiz -çok usta- bir yazar tarafından yazıldığını ileri sürmüşlerdir.
Şu halde Dede Korkut Hikâyeleri’ni -şimdilik- Oğuz Türkleri arasında o çağların gelenekleşmiş hikâye Üslubuyla söylenen destanî halk hikâyeleri diye tanımaktayız. Bu hikâyeler, XV. yüzyılın ilk yıllarında, okuma yazma bilen herhangi bir meraklı, belki de hikâye anlatmayı meslek edinmiş bir halk hikâyecisi tarafından bir deftere yazılarak ölümsüzleştirilmiştir. Bu hikâyeler tıpkı Türk destanları gibi, bir tek şahsın değil, bütün bir milletin hikâye yaratma hünerleriyle meydana gelmiş ortak halk edebiyatı verimleridir.
HİKÂYELERDE DESTAN ve MİTOLOJİ HATIRALARI
Dede Korkut Hikâyeleri'nde eski Türk destanlarından yankılar yaşadığını söylemiştik. Mesela bir kısım Dede Korkut kahramanları, eski destanlardaki gibi, bir canavar öldürdükleri ya da canavarlarla güreştikleri için şöhret kazanırlar; at, ağaç, ışık, su sevgisi gibi milli destan unsurları, Dede Korkut Hikâyeleri’nde de vardır. Altın, gümüş, bakır, çelik (pulat) gibi. Türkçe maden isimleri hikâyelerde aynı Önemle anılmaktadır.
HALK EDEBİYATININ GELİŞMESİ
Anadolu'da Türk Halk Edebiyatının, bu arada Halk şiirinin, milli vezinler, milli şekiller, milli duygu ve söyleyişlerle adeta klasik bir çehre alarak gelişmesi, XV.-XVII. yüzyıllarda olmuştur. XV. yüzyılda Bahşi XVI. yüzyılda Kul Mehmed, Öksüz Dede, Hayalî ve Köroğlu gibi tanınmış şairler yetiştiren halk şiirinin, daha çok sayıda kudretli şairler elinde bir altın devri yaşadığı yüzyıl ise XVII. yüzyıldır.
Bu yüzyıllarda ellerinde sazlarla; diyar diyar dolaşıp, gördükleri yurt güzelleri ve yurt güzellikleri için şiirler söyleyen saz şairleri, Türkiye'de gittikçe gelişen bir Halk edebiyatının şöhretli ozanlarıydı. Saz şairleri, ordularda, kışlalarda, hudut boylarında bazen bir Türk askeri olarak vazife alıyor; çeşitli savaş türküleri ve kahramanlık şiirleri söylüyorlardı. Aynı şairlerin türkülerinde, koşma'larında, destanlarında, yaşadıkları çağın sosyal hayatından yankılar bulunuyor, Türk milletinin, tarih ve topluluk olayları karşısındaki duygu ve düşünceleri işleniyordu.
Saz şairleri, halk toplantı yerlerinde çok sevilen, çok aranılan kimselerdi. Aynı toplantılarda Halk hikâyecileri de bulunuyordu. Hikâyeciler, halka eski destanları tekrarlıyor, dini hikâyeler anlatıyor; günün sosyal hayatından alınmış konuları hikâye ediyorlardı. Sosyal hayatın bozuk tarafları, komik sahneleri, halkın gözünden kaçınıyor, halk zekâsı, hikâyecilerin eliyle bunları kuvvetle karikatürize ediyordu.
Hikâyecilerin yaptığı iş, bir taraftan da halk tiyatrosunda, Ortaoyunu, gölge oyunu (Karagöz) olarak sahneye konuluyordu.
Bütün bu Halk edebiyatı hareketleri yüksek zümre tarafından layıkıyla mühimsenmediği için, onların bu söyleyişleri, okuryazarlar tarafından yazıya geçirilmiyordu. Bazı mutlu tesadüflerle yazıya geçebilenlerin dışında kalan birçok şiirler ve hikâyeler, ancak Türk halkının vefalı hafızasında yaşıyor, birçokları da tarihin karanlığına gömülüyordu. Sazlarla birlikte söylendikleri için halk dilinde güzel sesleriyle yaşayan bu şiirlerin birçoğu, yazılı edebiyata daha sonraki yüzyıllarda geçmiştir.
Halk edebiyatı, XVII. yüzyılda, halk şiiri, halk hikâyesi, halk tiyatrosu alanlarında eserler vermiş; Halk şiirinin en büyük saz şairleri, halk hikâyecileri, Karagöz, Orta-oyunu gibi halk tiyatroları, saraylara da girerek, yüksek zümre arasında ciddi bir rağbet görmeye başlamıştır.
İmparatorluğun her köşesine yayılan saz şairleri, yeniçeriler, sipahiler, leventler gibi askerî topluluklar içinde; kahvehaneler, bozahaneler, gezinti yerleri gibi, halk toplantı yerlerinde yetişiyor, şiirlerini de yine buralarda söylüyorlardı. Cura, çöğür, tanbura gibi çeşitli sazlar çalan bu şairlerin, askeri alaylara katıldıkları da oluyordu.
Bir kısım saz şairleri, yalnız hece vezniyle ve milli nazım şekilleriyle şiir söylemekle yetinmiyor, aruz veznini ve Divan şiirinin nazım şekillerini de kullanıyorlardı. Bu tarz Halk şiirlerinde Divan şiirinin kelime, deyim, teşbih Ve kavramlarına yer verildiği görülüyor; buna karşı, Divan şiiri lisanında da halk deyimlerinin yer bulduğu oluyor, yüksek zümre şairlerinin halk tarzı şiirden hoşlanmaya başladıkları seziliyordu.
XVII. yüzyılın tanınmış saz şairleri içinde, Kuloğlu, Kâtibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gazi, Âşık Hasan, Demircioğlu gibi önemli isimler vardır. Bunlar arasında sivrilerek, büyük şöhret yapmış en namlı şairler ise, Âşık Ömer, Gevheri ve Karacaoğlan'dır.
KARACAOĞLAN
Türk saz şairleri içinde tamamıyla halk zevkine bağlı kalarak, şiirlerinde bu zevkin bütün inceliklerini, saf ve yerli söyleyişlerini dile getiren şair, Karacaoğlan'dır. Karacaoğlan, elde edilen son bilgilere göre, XVI. asrın ikinci yarısında ve XVII. asır başlarında yaşamış bir saz şairidir. Şiirlerinde Divan kültürü bulunan, XVII. asır saz şairi Âşık Ömer'in Karacaoğlan'dan bahsederken, onu, «saçma sapan söz söyleyen kimse» anlamında kullandığı ozan kelimesiyle yâd ettiği bilinir. Âşık Ömer, ozan kelimesini, yüksek zümre dilindeki mana ile kullanmış ve kendinden önce yaşayarak, yalnız halk tarzında söyleyen Karacaoğlan'ı küçük görmüştür. Buna mukabil, Karacaoğlan, (belki de kendisine divan kültürü'nü tanıtacak bir çevrede yetişmediği için) daha çok, halk nazım geleneğinin ve tarihi halk söyleyişinin bir temsilcisi olmuştur.
Gezici saz şairi hayatına uyarak diyar diyar dolaşan şair, her ayrıldığı yerden yeni bir yurt güzelinin özlemini yüklenerek ayrılmış; her vardığı yerde, yeni bir yurt güzeline gönül vermekte gecikmemiştir. Al veya mavi kadife şalvarlar giyen, saçları dizlerine kadar uzanmış, ibrişim kuşaklar sarınan; ellerinde, başlarında gül ve papatya dizileri taşıyan bu yurt güzellerini Karacaoğlan öve öve bitiremez. Ağızlarının oğul balı gibi tatlı olduğunu, seslerinin kumru sesi gibi nazlı olduğunu, bu yerli ve milli güzelliğin farkında olarak söyler. Şair: Ela gözlerini sevdiğim dilber
Kokuya benzettim güller içinde
İnceciktir belin, hilaldir kaşın
Selviye benzettim dallar içinde
gibi söyleyişleriyle, ne kadar yerli ise,
İndim seyran ettim Frengistanı
İlleri var bizim ile benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
gibi söyleyişleriyle de o kadar millidir. Aynı şiirde. Karacaoğlan'ın, bu yabancı illerde konuşulan dili yadırgayarak çok sevdiği Türkçe'ye benzemeyen bu dillerden hoşlanmadığını;
Güzelleri şarkı söyler çığrışır
fakat
Dilleri var bizim dile benzemez
diye, Türkçe konuşulmayan yerleri sevmediğini ve bu duygusunu:
Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz
İlleri var bizim ile benzemez
diye ifade eder.
.........................................................................
HALK EDEBİYATI
Halk Edebiyatı, sözlü edebiyatın uzantısıdır. Halkın yarattığı sözlüeserlerden oluşur. Dil., biçim, konular, duyarlıklar bakımından halkkültürüne sıkı sıkıya bağlıdır.
HALK EDEBİYATININ GENEL ÖZELLİKLERİ
İslamiyet'ten önceki edebiyatımızın İslam uygarlığı içindeki biçimidir.Bir anlamda sözlü edebiyat dönemimizin gelişmiş biçimi olarakdüşünebiliriz.
Halk edebiyatı ürünleri yazılı değildir. Müzik eşliğinde sözlü olarak oluşur.
Divan edebiyatında olduğu gibi şiir yine egemen türdür.
Şiirlerde başlık yoktur, biçimiyle adlandırılır.
Nazım birimi dörtlüktür.
Ölçü, hece ölçüsüdür, En çok yedili, sekizli, on birli kalıplar kullanılmıştır.
Şiirlere genel olarak yarım uyak hakimdir.
Dil halkın konuştuğu günlük konuşma dilidir.
Halk edebiyatı gözleme dayalıdır. Benzetmeler somut kavramlardanyararlanılarak yapılır. Söyledikleri her şey gerçek yaşamdan alınmadır.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren halk şairleri, divan şairlerindenetkilenerek aruzun belirli kalıplarıyla şiirler yazmayı denemişlerdir.Hatta divan şiirinin mazmunlarını da kullanmışlardır. Bu durumun ortayaçıkmasında halk şairlerinin, aydınlar ve divan şairlerince horgörülmelerinin, değersiz ve güçsüz sayılmalarının etkisi de vardır.
Halk şiirinde “mâni” ve “koşma” tipi olarak iki ana biçim vardır.Aslında az sayıda olan öteki biçimler bu iki ana biçimden çıkmıştır.
Dizelerin kümelenişi, dizelerin hece sayısı ve uyak düzeni bakımındanözellik gösterenler “biçim”, biçimi ne olursa olsun konu bakımındanbenzerlerinden ayrılanlar da tür adı altında toplanmıştır.
I. Anonim Halk Şiiri Nazım Biçimleri:
MÂNİ: Halk şiirinde en küçük nazım biçimidir. Yedi heceli dört dizedenoluşur. Uyak düzeni aaxa şeklindedir. Birinci ve üçüncü dizeleriserbest, ikinci ve dördüncü dizeleri uyaklı mâniler de vardır (xaxa).
Mânilerin ilk iki dizesi uyağı doldurmak ya da temel düşünceye birgiriş yapmak için söylenir. Temel duygu ve düşünce son dizede ortayaçıkar. Başlıca konusu aşk olmakla birlikte bunun dışında türlükonularda da yazılabilir.
Le beni eyle beni İpek yorgan düreyim
Elekten ele beni Aç koynuna gireyim
Alacaksan al artık Açıldıkça ört beni
Düşürme dile beni Var olduğun bileyim
Birinci dizesi yedi heceden az olan mâniler de vardır. Dizeleri cinaslıuyaklarla kurulduğu için böyle mânilere “Cinaslı Mâni” ya da “KesikMâni” denir.
Bugün al Sürüne
Yârim giymiş bugün al Madem çoban değilsin
Şâd edersen bugün et Ardındaki sürü ne
Can alırsan bugün al Ben bir körpe kuzuyum
Al kat beni sürüne
Beni böyle yandıran
Sürüm sürüm sürüne
TÜRKÜ: Türlü ezgilerle söylenen anonim halk şiiri nazımbiçimidir. Söyleyeni belli türküler de vardır. Halk edebiyatının enzengin alanıdır. Anadolu halkı bütün acılarını ve sevinçlerinitürkülerle dile getirmiştir.
Türkü iki bölümden oluşur. Birinci bölüm asıl sözlerin bulunduğu bölümdür ki buna “bent” adı verilir.
İkinci bölüm ise bentlerin sonunda yinelenen nakarattır. Bu bölüme “bağlama” ya da “kavuştak” denir.
Türküler, genellikle yedili, sekizli, on birli hece kalıplarıylayazılmıştır. Konuları çok değişik olabilir. Ninniler de bu gruptandır.
Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin bent
Zeynep’i bu hafta ettiler gelin
Zeynebim Zeynebim anlı Zeynebim
Üç köyün içinde şanlı Zeynebim nakarat
II. Âşık Edebiyatı Nazım Biçimleri:
KOŞMA: Halk edebiyatında en çok kullanılan biçimdir.Genellikle hece ölçüsünün on birli (6+5 ya da 4+4+3) kalıbıyla yazılır.Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir. Şair koşmanın sondörtlüğünde adını ya da mahlasını söyler. Uyak düzeni genellikle şöyleolur:
baba – ccca – ddda...
Eğer benim ile gitmek dilersen
Eğlen güzel yaz olsun da gidelim
Bizim iller kıraçlıdır aşılmaz
Yollar çamu kurusun da gidelim
...... ...... .....
Karac’oğlan der ki buna ne fayda
Hiç rağbet kalmadı yoksula bayda
Bu ayda olmazsa gelecek ayda
Onbir ayın birisinde gidelim
DESTAN: Dört dizeli bentlerden oluşan, oldukça uzun birnazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır.Genellikle hece ölçüsünün on birli kalıbıyla yazılır. Uyak düzeni koşmagibidir.
baba – ccca – ddda
Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık,ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplanadırabiliriz.
Esnaf Destanı
...................................
Nalbant oldum kırdım nalın çoğunu
Bir katır nalladım dinle oyunu
Meğer acemiymiş bilmem huyunu
Çenemi teptirdim nalın sökerken
Manav oldum elma armut tez çürür
Cambaz oldum ip üstünde kim yürür
Kasap oldum her gün gözüm kan görür
Yüreğim bayıldı kana bakaraken
Ben bu sanatları bir bir dolaştım
Tekrar gelip şairliğe bulaştım
Kâmili mürşidin eline düştüm
Tekke-i aşk içre çile çekerken.
SEMÂİ: Hece ölçüsünün sekizli kalıbıyla yazılır (4+4duraklı ya da duraksız). Dörtlük sayısı üç ile beş arasında değişir.Semâilerin kendine özgü bir ezgisi vardır ve bu ezgiyle okunur. Uyakdüzeni koşma gibidir:
baba – ccca – ddda
Semâilerde daja çok sevgi, doğa, güzellik gibi konular işlenir.
İncecikten bir kar yağar Karac’oğlan eğmelerin
Tozar Elif Elif diye Gönül sevmez değmelerin
Dedil gönül abdal olmuş İliklemiş düğmelerin
Gezer Elif Elif diye Çözer Elif Elif diye.
VARSAĞI: Güney Anadolu bölgesinde yaşayan VarsakTürklerinin özel bir ezgiyle söyledikleri türkülerden gelişmiş birbiçimdir. Dörtlük sayısı ve uyak düzeni “Semâi” gibidir. Varsağılaryiğitçe, mertçe bir üslupla söylenir. Bu da dörtlüklerin içindeki “bre”“hey” “behey” gibi ünlemlerle sağlanır. Halk edebiyatında en çokvarsağı söylemiş şair Karacaoğlan’dır.
Bre ağalar bre beyler Behey elâ gözlü dilber
Ölmeden bir dem sürelim Vaktin geçer demedim mi
Gözümüze kara toprak Harami olmuş gözlerin
Dolmadan bir dem sürelim Beller keser demedim mi
Karacoğlan
TÜRKÜ: Hece ölçüsünün türlü kalıplarıyla söylenen ezgili,anonim şiirlerdir. Bazen de kime ait olduğu bilinen şiirler, türküformlarıyla söylenir. Türkülerde genellikle iki bölüm bulunur.Birincisi, şiirin iskeletini oluşturan “asıl bölüm” ; ikincisi“kavuştak”tır. Kavuştaklar, asıl bölümlerin arasına gelerek onlarıbirbirine bağlar.
ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Âşık edebiaytı nazım türleri genellikle koşma ve semâi biçimiyleyazılır. Bu türler koşma ve semâilerden konuları bakımından ayrılır.
GÜZELLEME: Doğa güzelliklerini anlatmak ya da kadın, at gibi sevilen varlıkları övmek için yazılan şiirlerdir.
Dinleyin ağalar medhin eyleyim Yokuşa yukarı kekli sekişli
Elma yanaklımın kara kaşlımın İnişe aşağı tavşan büküşlü
O gül yüzlerine kurban olayım Düşmanın görünce şahin bakışlı
Dal gerdanlımın da sırma saçlımın Kuğuya benziyor boynu kıratın
Noksani Köroğlu
TAŞLAMA: Bir kimseyi yermek ya da toplumun bozuk yönlerini eleştirmek amacıyla yazılan şiirlerdir.
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medres kaçkını softa bozgunu
Selam vermek için kesan beğenmez
Kazak Abdal
KOÇAKLAMA: Coşkun ve yiğitçe bir üslupla savaş ve dövüşleri anlatan şiirlerdir.
Köroğluyum medhim merde yeğine
Koç yiğit değişmez cengi düğüne
Sere serpe gider düşman önüne
Ölümü karşılar meydan içinde
AĞIT: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan acıları anlatmakamacıyla söylenen şiirlerdir (Anonim halk şiiri ürünü olan ağıtlar davardır).
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
Al giy allı balam şalların hani
Hıfzi
MUAMMA: Kapalı bir biçimde anlatılan bir olayın ya da bilginin okuyucutarafından anlaşılmasını, bunlarla ilgili soruların cevaplandırılmasınıisteyen bir tür manzum bilmecedir.
NASİHAT: Bir şey öğretmek,bir düşüncenin yayılmasına çalışmak gibi amaçlarla söylenen didaktik şiirlerdir.
NOT: “Destan, ilahi, nefes ve deme”, hem birer nazım biçimi, hem de tür olarak değerlendirilir.
HALK ŞAİRLERİNİN GRUPLANDIRILMASI
Halk şairleri, halk şiirinin yerleşmiş kurallarına bağlı kalmaklabirlikte, türlü kültürel nedenlerle dil, anlatım, ölçü kullanımıbakımından farklı yönelişler içine girebilmektedirler. Ayrıcayaşadıkları çevre de onların sanat anlayışlarını farklılaştıran biretmen olarak karşımızı çıkmaktadır. Halk şairlerini, işte bu gibinoktaları dikkate alarak şöyle ayırıyoruz:
GÖÇEBE(GEZGİN) ŞAİRLER
Bir yere bağlı kalmadan gezerler. Genellikle eğitim görmedikleri için,Divan Edebiyatı’ndan etkilenmezler. Dilleri sadedir. Hece ölçüsünebağlıdırlar. Geleneksel şiir anlayışını sürdürürler.
YENİÇERİ ŞAİRLER
Osmanlılar zamanında askerlik, hayat boyu süren bir meslekti. Ordudagörev arasında şairler yetişmiştir. Bunlar, katıldıkları savaşlarlailgili yiğitlik şiirleriyle dikkati çekerler. Dil, anlatım, ölçübakımından, göçebe şairler gibi geleneksel şiir anlayışına bağlıdırlar.
3. KÖYLÜ ŞAİRLER
Hayatları köylerde, kasabalarda geçer. Büyük kentlerle ilgileriolmadığı için, kent kültüründen, Divan Edebiyatı’ndan etkilenmeden,halk şiiri geleneklerine bağlı kalmışlardır.
4.KENTLİ ŞAİRLER
Genellikle Divan Edebiyatı’nın etkisinde kalırlar. Hem Halk, hem deDivan Edebiyatı tarzında şiirler söylerler. Dillerinde Arapça ve Farsçasözcüklerin oranı yüksektir. Hece ölçüsüyle birlikte aruza da yerverirler.
5. TASAVVUF (TEKKE ) ŞAİRLERİ
Tekkelerde yetiştikleri, din ve tasavvuf konusunda eğitim gördükleriiçin, dilleri, göçebe, yeniçeri ve köylü şairlere göre bazen dahaağırdır. Zaman zaman Divan Edebiyatı’nın dil, anlatım, biçim, ölçüözelliklerini taşıyan şiirler söylerler. Örneğin Yunus Emre bile, aruzölçüsü ve mesnevi düzeniyle Risaletü’n-Nushiyye adlı bir eser vermiştir.
HALK ÖYKÜLERİ
Halk öyküleri, destanların zamanla biçim ve öz değişimine uğramalarısonunda ortaya çıkmış sözlü eserlerdir. Anonimdir. Başlıca türlerişunlardır:
1. DESTAN ÖYKÜLER
Destanlardaki olağanüstülük gibi bazı özellikleri koruyan halköyküleridir XIII.-XIV.yüzyılda Doğu Anadolu’da ortaya çıkan Dede KorkutÖyküleri ile Köroğlu Öyküsü, bu türün tanınmış örnekleridir.
2. AŞK ÖYKÜLERİ
İki sevgilinin aşkını, bunların kavuşmasını önleyen engellerlemücadelesini anlatan öyküler olup en tanınmışları Kerem ile Aslı, Emrahile Selvi, Asuman ile Zeycan ,Aşık Garip.v.b.’dir.
DİNİ ÖYKÜLER
İslamiyet’in yayılmasına katkıları olan kişilerin hayatlarını vemücadelelerini temel alan öykülerdir .Hz. Ali’nin savaşlarını anlatanKan Kalesi Cengi, Hayber Kalesi Cengi; Anadolu’da İslamiyet’inyayılması için mücadele eden komutanların savaşlarını anlatan BattalGazi Öyküsü, Dnişment Gazi Öyküsü gibi sözlü, anonim eserler, bu türünörnekleri arasında yer alır.
TEKKE EDEBİYATI NAZIM TÜRLERİ
Din ve tasavvufla ilgili kavramı duygu, düşünce, ilke ve kurallarıhalka yaymak amacıyla bir tarikata bağlı şairlerce yazılan şiirlerdir.
İLAHİ: Din ve tasavvuf konularının işlendiği şiirlere“ilahi” denir. Tanrıyı övmek, ona yalvarmak için yazılan şiirlerdir.Özel bir ezgiyle okunur. Koşma gibi uyaklanan ilahilerde 4-4 duraklı8’li ölçü kullanılır.
Cennet cennet dedikleri
Birkaç köşkle birkaç huri
İsteyene ver sen anı
Bana seni gerek seni
Yunus Emre
NEFES: Bektaşi şairlerinin yazdıkları tasavvufi şiirleredenir. Nefeslerde genellikle Hz. Muhammet ve Hz. Ali için de övgülerbulunur.
Pir Sultan Abdal şâhımız
Hakk’a ulaşır yolumuz
On iki imam katarımız
Uyamazsın demedim mi
Aleviler, bu türde yazılmış olan şiirlere “DEME” adını verirler.
İlahi, nefes ve demeler, bestelenerek söylenir.
ŞATHİYÂT-I SOFİYÂNE: İnançlardan alaylı bir dille sözeder gibi yazılan şiirlerdir. Görünüşte saçma sanılan bu sözlerin,yorumlandığında tasavvufla ilgili türlü kavramlara değindiği anlaşılır.Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi şairlerinde rastlanır. Medresehocalarına göre bu şathiyeler küfür sayılır.
Yücelerden yüce gördüm
Erbabsın sen koca Tanrı
Âlem okur kelâm ile
Sen okursun hece Tanrı
Asi kullar yaratmışsın
Varsın şöyle dursun deyü
Anları koymuş orada
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kaygusuz Abdal yaradan
Gel içegör şu cür’adan
Kaldır perdeyi aradan
Gezelim bilece Tanrı
NOT: Manzum olmayan Anonim Halk Edebiyatı ürünleri de vardır.Bunları masallar, halk öyküleri (Kerem ile Aslı, Arzu ile Kamber,Battal Gazi, Hz. Ali Cenkleri.........), bilmeceler, atasözleri,deyimler, Karagöz ve ortaoyunları şeklinde sıralayabiliriz.
HALK EDEBİYATININ ÖNEMLİ ŞAİRLERİ
YUNUS EMRE: (13.yy) Tasavvuf düşüncesini benimseyen şair Tanrı aşkını ve insan sevgisini dile getirmiştir.
Tekke edebiaytının en lirik şairidir. Halkın konuştuğu Türkçeyi biredebiyat dili haline getirmiştir. Yalın ve içten bir söyleyişi vardır.Zaman zaman aruz ölçüsüyle ve divan edebiyatı anlayışıyla da şiirleryazmıştır.
Tüm insanların eşit ve kardeş olduğuna inanmış; dil, din, ırk ayrımıyapılmasına karşı çıkmıştır. Türkçe divan sahibi ilk şairdir. AyrıcaRisaletü’n-Nushiyye adlı öğretici bir mesnevisi vardır.
HACI BAYRAM VELİ : XIV.yüzyıl ikinci yarısıyla XV.Yüzyılın ilk yarısında yaşamış bir tasavvuf şairidir. Bayramiyyetarikatını kurmuştur. Yunus Emre etkisinde sade bir dil ve lirik biranlatımla dile getirdiği şiirlerinden yalnızca birkaç tanesibilinmektedir.
KAYGUSUZ ABDAL: (16.yy) Softa görüşle alay eden özgür düşünceli bir Bektaşi şairidir. Hem heceyle hem de aruzla yazılmış şiirleri vardır.
PİR SULTAN ABDAL: (16.yy) Alevi-Bektaşi şiir geleneğininen ünlü şairidir. Dinsel inançların etkili olduğu bir ayaklanmanınönderliğini yapmış, asılarak öldürülmüştür. Şiirini bir araç olarakkullanmasına rağmen kuru bir öğreticiliğe düşmemiş, şiirini duyguyönünden de beslemiştir.
KÖROĞLU: (16.yy) Çoğunlukla koçaklama türünde örneklervermiş coşkulu şiirler söylemiştir. Bolu Beyi’yle olan mücadelesiefsaneleşen şair, halkın gönlünde yerini almıştır.
KARACAOĞLAN: (17.yy) Din dışı konularda yazmış, yaşamasevinci, insan ve doğa sevgisini dile getirmiştir. Âşık edebiyatınınduygu yönünden en zengin ve güçlü şairidir.. Hayatı hakkında kesinbilgilere sahip olmadığımız Karacaoğlan’ın XVI ya da XVII . yüzyıldaGüneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayıp dolaştığı sanılmaktadır. ŞairToroslar’da, Türkmen boyları arasında yetişmiş; göçebe bir şair olarakAnadolu içinde ve dışında gezmiştir. Geleneksel şiirin dil, anlatım,ölçü anlayışından ayrılmadan aşk, doğa, ölüm, ayrılık gibi temalarıişlemiştir;özellikle koşma ve semai biçimlerinde büyük başarıkazanmıştır.
GEVHERİ: (17.yy) Aruz ölçüsünü de sıkça kullanan Kırımlı bir halk ozanıdır.
DERTLİ: (19.yy) Toplumsal yergi içerikli, softalığı, yobazlığı eleştiren şiirleriyle tanınan Bolu’lu bir halk ozanıdır.
DADALOĞLU: (19.yy) Çukurova yöresinde yetişen halkşairlerindendir. Türkmen boylarının yerleşik hayata geçirilmesi için1865’te yöreye yollanan Fırka-i İslahiye adlı Osmanlı ordusuylaTürkmenler arasındaki çatışmalara katılmış, bu olayları yiğitçe bir edaile koçaklamalarına yansıtmıştır. Ayrıca aşk ve doğadan söz edenşiirleri de başarılıdır. Şiirlerini temiz bir halk diliyle ve heceölçüsü ile yazmıştır.
ÂŞIK VEYSEL: XX. yüzyıl halk şairidir. Şarkışla’da doğupbüyümüş, Cumhuriyetin onuncu yılında Ankara’ya gelerek şiirleriniokumuş, bundan sonra ünü yayılmaya başlamıştır. Çocukluğunda geçirdiğiçiçek hastalığıyla gözünü kaybeden şair; genellikle gezgin bir hayatsürmüş ; kent kent dolaşarak aşktan, doğadan , kardeşlikten, birlikten,barış içinde yaşamaktan ve insanı insan yapan erdemlerden bahsedenşiirlerini saz eşliğinde söylemiş; bu içeriğin halka yakın düşmesi ,ona kitlesel bir sevginin doğmasına yol açmıştır. Tasavvuf felsefesininkazandırdığı hoşgörü anlayışı, şiirinin temellerinden biridir.Şiirlerini Deyişler, Sazımdan Sesler adlı iki kitapta toplamıştır. Sonolarak tüm şiirlerini , Ümit Yaşar Oğuzcan tarafından Dostlar BeniHatırlasın adıyla yayımlanmıştır.