21-12-2013, Saat: 12:56
Kur’an öyle rehber ve yol gösterici bir kitap ki, onu anlayarak, bilerek ve düşünerek okuduğumuzda, gönül gözümüzü açacağını ve o Kur’an ın NURU ile gönlümüzü aydınlatacağını anlatır bizlere.
Yazıma başlamadan önce, sizleri peygamberimizin yaşadığı dönemi düşünmeye davet ediyorum. Acaba peygamberimiz, Allah tan elçilik görevini almadan önce ne konumdaydı. Yani peygamberimiz yoldan sapmış, sanı ve rivayetlerle yaşanan Yahudi ya da Hıristiyanlık inancına tabi miydi?
Bu sorunun cevabını vermeden önce, Yahudilerin ve Hıristiyanların o devirde itikat ve inançlarının durumu nasıldı? Yine Kur’an dan öğrendiğimize göre, Allah ın kitapları devre dışı bırakılmış, rivayetler, atalarından gelen hurafeler ve sanı dine hükmeder olmuş bir durumda olduğunu anlıyoruz. Allah tan yardım isteneceğine, edindikleri şefaatçilerden/velilerden medet umar olmuşlar.
Peygamberimizde yaşanan dinin yanlışlığının farkında olarak, her zaman büyük bir arayış içinde olmuş ve Allah a sürekli yalvararak, doğruyu arama çabasında olduğunu, Kur’an dan bakın nasıl anlıyoruz.
Bakara 144: Biz senin, yüzünün habire göğe doğru çevrildiğini elbette görüyoruz. Hoşlanacağın bir kıbleye seni elbette döndüreceğiz. Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir. Nerede olsanız yüzünüzü Mescid-i haram yönüne döndürün. Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.
Yukarıdaki ayeti Kur’an bütünlüğünde, dikkatlice incelediğimizde, peygamberimizin o günkü yoldan çıkmış itikada, inanca, dini fırkalara tabi olmayarak, habire yüzünü gökyüzüne çevirip Allah a dua ettiğini, Allah ın bu duayı gördüğünü söylüyor. Peygamberimizin duası, Allah ın doğru yolunu bulmak adına olduğunu anlıyoruz.
Ayetin devamında, seni hoşlanacağın bir kıbleye elbette döndüreceğiz diyor. İşte tam burada hatırlatmak istediğim bir konu olacak. Burada belirtilen kıble ne anlama geliyor? Bugün ne yazık ki bu ayette geçen şu sözlerden yola çıkılarak, bakın nasıl bir anlam veriliyor.
(Artık yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir.)
Bu cümleden yola çıkarak, namazlarınızı kılarken Mescid-i Harama dönün anlamı çıkartılıyor. Hâlbuki Allah bu konudan tek kelime dahi bahsetmiyor, yani namazlarınızı kılarken bu yöne dönün demiyor. Eğer öyle söylemiş olsaydı, bunu açıkça söylerdi. Çünkü Allah biz her şeyden nice örnekleri, değişik ifadelerle verdik ki anlayasınız diyor.
Yaradan daha önce Ehli kitaba namazlarını kılarken, Mescidi Aksaya dönerek kılın demiş olsaydı ki böyle bir bilgi Kur’an da asla geçmez, bunun açıklaması da mutlaka yapılırdı. Çünkü namaz yalnız peygamberimize değil, tüm Ehli kitaba farz kılınmıştır. Ne yazık ki bu ve buna benzer yanlış anlaşılmalar, ayetleri Kur’an a göre değil, rivayetlere göre anlamaya çalıştığımız için olmaktadır.
Peki, yüzünü Mescid-i haram yönüne çevir demekle neyi kast ediyor. Önce bu ayette kıble kelimesinden ne anlamalıyız ona bakalım.
Kıble: Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan, takip edilecek doğru yön.
Bakın ayette kıble kelimesi nasıl yerini buldu. Takip edilecek doğru yön. Zaten ayetin devamında da;
(Kendilerine kitap verilenler, onun, Rablerinden bir gerçek olduğunu çok iyi bilirler. Allah onların yapıp ettiklerinden habersiz değildir.)
Buradan da anlaşılıyor ki, takip edilecek yok Allah ın gönderdiği rehber Kur’an ın yolu. Peygamberimizin devrinde din ve iman o kadar yanlış yollara saptırılmış ki, Allah ın doğru yolundan, yani KIBLESİNDEN sapmıştı. Bakın aşağıdaki ayette bu konu ne kadar güzel açıklanıyor.
Bakara 145: Yemin olsun, Ehlikitap'a sen her türlü mucizeyi getirsen de onlar senin kıblene uymazlar; sen de onların kıblesine uymayacaksın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Eğer sen, ilimden nasibin sana geldikten sonra onların boş ve iğreti arzularına uyarsan, işte o zaman kesinlikle zalimlerden olursun.
Allah peygamberimize, sen ehlikitaba istediğin mucizeyi getir sende, senin kıblene yani senin doğru yoluna uymazlar, çünkü Allah ın yolundan KIBLESİNDEN sapmışlardır diye açıklama yapıyor. Elbette sende onların kıblesine yani takip ettikleri inanca, imana uymayacaksın diyerek uyarıyor. Bir başka örnek daha verip, onlar kendi aralarında da bölünmüşler ve farklı yollar izledikleri için, birbirlerinin kıblelerini yani yöneldikleri yolu kabul etmezler, diyerek dikkatimizi çekiyor.
Yukarıdaki ayette geçen KIBLE kelimesini dikkatle inceleyelim. Eğer Allah bu kelimeyle namazlarınızı kılarken bu yöne dönün anlamında söyleseydi, bunu açıkça söylerdi. Fakat dikkat ediniz, namaz yani salât kelimesi asla geçmiyor.
Şimdide size, peygamberimizin elçilik görevi tebliğ edildiğindeki bir özelliğinden daha bahsetmek istiyorum. Önce ayeti yazalım.
Araf 158: De ki: 'Ey insanlar, ben Allah'ın hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka ilah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.
Ayette geçen ÜMMİ peygamber sözü ile Allah ne anlatmak istiyor bizlere? Burası çok önemli. Hatırlarsanız ümmi kelimesini günümüzde, okuma yazma bilmeyen olarak açıklanır. Acaba Allah bu ayetiyle elçisinden bahsederek, okuma yazma bilmeyen bir elçiye uyun demiş olabilir mi? Ya da Allah okuma yazma bilmeyen bir elçi görevlendirir mi? Gelin ÜMMİ kelimesinin ne anlama geldiğini, yine Kur’an dan anlamaya çalışalım ki, peygamberimizin o dönemdeki konumu, çok daha iyi anlaşılabilsin.
Ali İmran 20: Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i kitaba ve ümmilere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok, eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır. Allah kullarını çok iyi görmektedir.
Yukarıdaki ayette, Allah elçisinin Ehli kitaba ve ümmilere seslenerek, Allah a teslim oldunuz mu demesini istiyor. Dikkat ettiyseniz Ehli kitap ve ümmiler. Yani iki farklı toplum var. Eğer ümmilere okuma yazma bilmeyenler dersek yanlış olur. Çünkü Ehli kitap içinde, zaten okuma yazma bilmeyen çok insan vardı o devirde. Okuma yazma bilmemek, Ehli kitap tan olmadığı anlamına asla gelmez. Demek ki ümmi sözcüğünün anlamı çok farklı. Devam edelim, ümmi kelimesiyle Rabbimiz ne anlatmak istiyor.
Ali İmran 75: Ehlikitap'tan öylesi vardır ki, ona yüklerle emanet teslim etsen onu sana iade eder. Onlardan öylesi de vardır ki, ona bir dinar emanet etsen, tepesine çökmedikçe onu sana geri vermez. Bunun sebebi şudur: Onlar: "Ümmîlerin, bizim aleyhimize yol bulmaları mümkün değildir." demişlerdir. Onlar, bilip durdukları halde, Allah hakkında yalan söylerler.
Yukarıdaki ayette aslında ümmilerin, Ehli kitap olmayan toplumlar olduğu anlaşılıyor. Çünkü Ehli kitap tan olanlar, ümmilere karşı çok sert davranıp, onların haklarını gasp ettiklerinde, buna kendilerinin haklarının olduğunu düşünmelerinden kaynaklanıyor. Çünkü ümmiler Ehli kitabın inançlarını kabul etmiyorlardı. Tabi yoldan sapmış Allah ın kitabından uzaklaşmış bir Ehli kitaptan bahsediyoruz, bunu da unutmayalım. Ümmilere haksızca davranan ve kendilerinin buna hakları olduğunu düşünenlere, Rahmanın cevabı aslında çok düşündürücüdür.
Aslında aşağıdaki ayet, tüm söylediklerimizin bir özeti konumunda. Bakın Allah elçisinin ÜMMİ oluşu konusunda ki açıklamayı nasıl yapıyor.
Şura 52: İşte biz böylece sana da emrimizden Kur'ân'ı vahyettik. YOKSA SEN KİTAP NEDİR? İMAN NEDİR BİLMİYORDUN. Fakat biz onu bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediğimizi doğru yola iletiyoruz. Şüphesiz ki sen de insanları doğru bir yola götürüyorsun.
Bu ayetten de anlaşılıyor ki, peygamberimiz o gün yaşanan ehli kitabın hiç birisine tabi olmamış. Peki, neden tabi olmamış? Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi, Allah ın emrettiği din yolundan sapmış da ondan. Tüm bu bilgiler ışığında düşündüğümüzde, yoldan sapmış bir inanca tabi olmaktansa, doğrunun arayışında olmak, Allah katında en doğru olan olduğunu çok daha iyi anlıyoruz. Allah ın değişmeyen ve korunan rehberi, bugün elimizde sapasağlam duruyorsa, bizlerin yapacağı da çok açıktır.
Bakara suresi 78. ayette, ümmi konusuna açıklama yapıyor ve bakın ne diyor.
(Onlardan bir kısmı ümmidir. Kitabı bilmezler; (bildikleri) bir sürü asılsız şeylerden başkası değildir ve yalnızca zannederler.)
Demek ki ÜMMİLER kitabı bilmeyenler, yani o günün ehli kitabın inançlarına tabi olmayanlar. Aşağıdaki ayet ise peygamberimizin o dönemdeki konumunu daha da net açıklıyor.
Cum’a suresi 2: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.
Allah ayetlerini o kadar güzel açıklıyor ki, yeter ki onu anlamaya çalışmak için çaba harcayalım. Ayetleri birilerinin nefsine, inancına feda etmeyelim. Ayette Allah, görev verdiğim elçiyi ÜMMİLERİN içinden seçtim diyor. Ayete dikkat ediniz, kendilerinden olan ve onlara ayetleri okuyan, onları arındırmaya çalışan, kitabı öğreten peygamberimizden bahsediyor.
Buradan da anlıyoruz ki, ümmiler okuma yazma bilmeyen değil, tam tersine Ehli kitaba tabi olmayanlar olduğu anlaşılıyor. Peygamberimizin de bunların içinden, hakkın/doğrunun arayışında, güvenilir ve saygın bir insan olduğunu Kur’an dan öğreniyoruz.
Zaten o devrin Ehli kitap toplumunun, peygamberimize en büyük karşı çıkışı, inanmak istemeyişindeki itirazları, kendi içlerinden bir peygamber çıkmayışınadır. Ehli kitap, Allah elçi göndermiş olsaydı, bizim aramızdan gönderirdi diyerek itiraz ediyorlardı.
Günümüzde ÜMMİ nin anlamını, okuma yazma bilmeyen anlamına delil gösterdikleri ayeti önce hatırlayalım, daha sonrada üzerinde birlikte düşünelim.
Ankebut 48: Sen bundan önce herhangi bir kitap okumuyordun; onu sağ elinle de yazmıyorsun. Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.
Aynı ayeti başka bir mealden de yazalım ki, ayet daha iyi anlaşılsın.
Ankebut 48: Çünkü [ey Muhammed,] sen bu [vahyin gelmesi]nden önce herhangi bir ilahî kelâmı okumuş ya da onu kendi ellerinle yazmış değildin; öyle olsaydı, [sana vahyetmiş olduğumuz] hakikati çürütmeye çalışanlar, insanları [onun hakkında] kuşkuya sevk edebilirlerdi.
Şura suresi 52. ayetini hatırlayalım ne diyordu elçisine Yaradan?
(Yoksa sen kitap nedir? İman nedir bilmiyordun.)
Demek ki Allah, sen bundan önce din adına herhangi bir kitap okumuyordun ve yazmıyordun demekle, o günün ehli kitabına ait kitapları okumuyordun ve bu konuda hiç bir şeyde yazmamıştın yani hiçbir bilgin yoktu, dediği çok açık anlaşılıyor. Eğer Allah Ankebut 48. ayetinde, sen okuma yazma bilmiyordun demek isteseydi, bunu çok açıkça söylerdi. Kur’an ın hiçbir ayetinde, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair tek bir açıklama yoktur. Ümmi kelimesinin anlamı da yukarıda verdiğim ayet örnekleri ile çok açık anlaşılmaktadır. Allah ilk ayetinde, Allah ın adıyla oku diyor da, elçisi okuma yazma bilmiyorsa, bu bilgi mutlaka Kur’an da açıkça verilir, izah edilirdi.
Ayetin sonunda Allah ın söylediği cümle, aslında dikkatle düşünüldüğünde her şeyi açıklıyor.
(Eğer öyle olsaydı, batıla saplananlar mutlaka kuşku duyacaklardı.)
Peki, kuşku duyulacak ne olabilir? Eğer ümmi kelimesine, okuma yazma bilmeyen anlamını verirsek, asıl o zaman kuşku duyulurdu. Çünkü okuma yazma bilmeyen bir insana uyulmanın, büyük hata olacağı toplumda tedirginlik yaratırdı. Asıl kuşku duyulmamasına neden, peygamberimizin bir ehli kitap olmadığı için, bu kitabı kendisinin yazmasının mümkün olamayacağı, o devrin inançlarından uzak olması nedeniyle, insanların Allah ın elçisine indirdiği kitaptan, şüphe edemeyecekleri anlatılıyor. Ama bizler ÜMMİ kelimesine, ne yazık ki Allah ın tek kelime bile söylemediği bir anlamı vererek, peygamberimizi okuma yazma bilmeyen bir insan ilan etmekten çekinmiyoruz bile.
Hâlbuki peygamberimiz çok tanınan, çevresinde saygın, güvenilir büyük bir ticaret adamıydı. Böyle bir insanın, okuma yazma bilmemesi mümkün mü sizce? O devirde, peygamberimizin kendi içlerinden görevlendirilmemesini kabullenemeyenler, ne yazık ki bugünde aynı hatayı yaparak, peygamberimize hakkı olmayan bir yakıştırmayı yapmaktadırlar. Allah ın elçisine yaptığımız bu saygısızlıktan dolayı, Rabbimiz bizleri affetsin.
Tüm bunlardan çıkaracağımız ders, bugün içinde yaşadığımız durumun acı gerçeklerinin, o devrin Allah ın kitabından uzaklaşmış toplumlarla, aynı konumda olduğu gerçeğidir. Çünkü bugünde, o günde Allah ın indirdiği kitap devre dışı bırakılmış, atalarından gelen rivayetler, itikatlar ve sanı ile din, iman yaşanır olmuş.
Yaradan göndermiş olduğu kitaptan uzaklaşmış, rivayet ve sanıya iman edenler arasından bir elçi seçmeyip, ümmilerden yani Ehli kitaptan olmayanlar ama gerçekleri arayan, doğrunun arayışı içinde olan kulları içinden elçi seçmesi, çok düşündürücü ve dikkat çekicidir. Bunun üzerinde dikkatle düşünmeliyiz. Bu konuda alacağımız çok derslerin olduğunu düşünüyorum.
Bizler Kur’an dan gerçekleri aramak yerine, rivayet ve hurafe inançlarımıza delil aramak adına, art niyetlerle Kur’an a bakmaya devam edersek, elbette Allah ın nurundan, güneşinden de, gereği gibi istifade etmemiz mümkün olmayacaktır.
Tekrar hatırlatmak isterim, Yüce Allah görev verdiği elçisini, yoldan çıkmış Ehli kitaptan seçmemiştir. Bununla bizlere Allah ın anlatmaya çalıştığı, çok önemli bir mesaj vardır. Lütfen bu mesajı çok iyi anlamaya çalışalım ve kendimizi temize çıkarmadan, hiç kimseyi din ve iman adına ötekileştirmeden, elde Kur’an onun ipine sarılarak imanımızı yaşayalım.
Allah cümlemizin yardımcısı olsun. Dilerim Rabbimden, Hurafe ve sanıya değil, Kur’an ın sınırlarını zorlamayan, FURKAN ın ipine sarılan, Allah ın halis kullarından oluruz.
Saygılarımla Haluk GÜMÜŞTABAK