türkçe konu anlatımları

Konuyu Oyla:
  • Derecelendirme: 1.94/5 - 36 oy
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
türkçe konu anlatımları
#1

(TÜRK DİLİ I. BÖLÜM)

DİL - KÜLTÜR / TÜRK DİLİ

DİL NEDİR?

Dil insanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabii bir vasıta; kendi kanunları içerisinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir müessese; bin yıllar boyunca gelişerek meydana gelmiş bir sosyal kurum; seslerden örülmüş bir ağ; temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemidir.

Dil, diğer insanlarla bütün ilişkilerimizde bize aracılık eden, sosyal bağlarımızı düzenleyen bir vasıta olarak hayatımızın her safhasında mevcuttur. Evde, okulda, sokakta, çarşıda, iş yerinde ve her yerde onunla beraber yaşıyoruz. İnsan konuştuğu dili doğduğu günden itibaren hazır bulur. Fakat dil doğuştan bilinmez. İlk aylarda ağlamalar, taklit, birtakım hareketlerle anlaşma sağlamaya çalışır. Çocuk içinde yaşadığı topluluğun dilini, anadilini uzun bir çıraklık devresi süresince öğrenir. Daha sonra kulağına gelen seslerin belli kavramlara, hareketlere, varlıklara karşılık olduğunu anlamaya başlar.

Dil insan benliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. İnsan zekasının, insanda sınırı çizilemeyen duygu ve düşünce kabiliyetinin sonuçları kendi benliğinin dışına ancak dille aktarılabilir. Bu bakımdan dil ile düşünce iç içe girmiş durumdadır. İnsan dil ile düşünür. Dilin gelişmesi düşünmeyi düşünceye, düşüncenin gelişmesi de dile bağlıdır. Çeşitli medeniyetlerin meydana getirilmesini sağlayan düşünce, gelişmesini dile borçludur.

Dil her şeyden önce sosyal ve millî bir varlıktır. Fertlerin üstünde, bir milleti ilgilendirir. Bütün bir milletin duygu ve düşünce hazinesini teşkil eder. Bir milleti ayakta tutan, fertleri birbirine bağlayan, sosyal hayatı düzenleyen ve devam ettiren, millî şuuru besleyen bir unsur olarak dilin oynadığı rol çok büyüktür. Bağımsızlığın temeli millî şuurdur. Millî şuurun en kuvvetli kaynağı ise dildir.

Belli ses öbeklerinin insanlar arasında danışıklı bir değer kazanarak birer kavrama karşılık olmaları dilin oluşmasında esas sayılabilir. Bunun gibi onların çeşitli kullanışları da ortak değerler bağlayarak dilin kurallarını meydana getirmiş olmalıdırlar. bunlar üreyip genişlemiş ve az çok titizlikle korunarak kuşaktan kuşağa aktarılmıştır. Ses kanunlarına uyup zamanla değişmelere uğramış olmaları da tabiidir.

Dil ile düşünce organı olan insan beyni destekleşe oluşmuş olmalıdır. Öyle ki sonuçta dil düşünmenin de bir vasıtası olmuştur. Ana dilimizden cümleler kurarak düşünürüz. Bunları dile getirdiğimizde adına konuşma deriz. Dil olmasa düşünce ve duygu da gelişmezdi, insan topluluğu ilerlemez, bir medeniyet oluşturamazdı. Yine insanoğluna bahşedilen din hayatı ile sanat hayatı da dil temeli üzerine kurulmuşlardır.

Dil konuşma aygıtının çıkardığı çok çeşitli seslerin son derecede karmaşık bir birleşiminden meydana gelir. Ancak kulağımız da bunları bütün incelikleri ile ayırabilecek yaradılıştadır. Bu sebeple biz onları çözümlemekte güçlük çekmeyiz. Konuşma organlarının belirli bir durum alarak bir an içinde çıkardıkları basit sese bir seslik, yahut sadece ses deriz: a, ü, b, t gibi. Bir soluk hamlesi içinde çıkan birkaç sesin topluluğuna da hece adını veririz: "bu, ka-pı, pen-ce-re" gibi.

Bir dilde bir anlamı olan tek veya çok heceli ses öbeklerine kelime deriz:: "kuş, görmek, umutsuz" gibi. Bir dilin bütün kelimeleri o dilin kelime dağarcığını meydana getirir. Kelimelerin bir düşünceyi bir bütün olarak anlatan düzenli topluluğuna cümle adını veririz: "Orhan okula gitmelidir." Bir maksadı anlatmak için bir sıra cümleler kullanırız. Buna da söz deriz. Sözlerle anlaşmak konuşmakla olur.

İnsanlar sözlerini uzaktakilere ulaştırmak, ya da uzun zaman saklamak ihtiyacı ile onları daha dayanıklı bir işaret sistemine çevirmeyi düşünmüşler, yazıyı icat etmişlerdir. Eski insanlar hakkında bilgilerimizi bıraktıkları yazılı belgelerden alıyoruz. Milletlerin yazıdan önceki yaşayışları hakkında pek az şeyi öğrenebildiğimiz için tarih yazıyla başlar, diyoruz.

İnsanlar her kelime için, her hece için, veya her ses için ayrı işaretler kullanan türlü yazı sistemleri yapmışlardır. Bugünkü ileri milletlerin yazılarında her işaret bir ses karşılığıdır. Buna harf deriz. Bir dilin kullandığı harflerin topluluğu o dilin alfabesi olur. Bu türlü yazıya da alfabe yazısı adını veririz. Yazılı bir sözü yeniden seslendirmeye okuma diyoruz. Sessiz okumak da olur.

KÜLTÜR NEDİR?

Bugüne kadar kültürün pek çok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlardan birkaçını aşağıya alıyoruz:

“Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen; zamanın ve ihtiyaçların doğurduğu, şuurlu tercihlerle, manalı ve zengin bir sentez oluşturan; sistemli ve sistemsiz şekilde nesilden nesile aktarılan; bu suretle her insanda mensubiyet duygusu, kimlik şuuru kazanılmasına yol açan; çevreyi ve şartları değiştirme gücü veren; nesillerin yaşadıkları zamana ve geleceğe bakışları sırasında geçmişe ait atıf düşüncesi geliştiren; inanışların, kabullenişlerin, yaşama şekillerinin bütününe KÜLTÜR denir.” Sadık Kemal TURAL

“kültür bir toplumun yaşama tarzıdır.” C. WIESLER

“Kültür denilince karşımıza bir yığın hadise çıkar. Bir toplum da, tabiatın dışında, insan elinden ve dilinden çıkma her şey kültür kavramı içerisine girer ”Mehmet KAPLAN

“Kültür, bir topluluğu, bir milleti millet yapan , onu başka milletlerden ayıran hayat tezahürlerinin bütünüdür. Bu hayat tezahürleri her milletin kendine has olan millî değerleridir.” M. ERGİN

Görülüyor ki bütün tanımlarda millet ve milleti meydana getirme, fertler arasındaki ilişkiler, tabiata hakim olma, tarihi bağ gibi pek çok özellik kültüre ait olarak ifade edilmektedir. Demek ki milleti millet yapan maddî-manevî değerlerin hepsine kültür diyoruz.

KÜLTÜR UNSURLARI NELERDİR?

1. Dil: Dil, kültür unsurlarının başında gelir. Çünkü dil olmadan öteki unsurların meydana gelmesi mümkün değildir. Dil bir milletin ses dünyasıdır. Her millet kainatı değişik şekillerde algılamış ve yorumlamıştır. Aynı zamanda dil kültüre ait bütün değerleri bünyesinde barındıran bir kültür hazinesidir. Bir dil, onu kullanan milletin kafa yapısını, nasıl düşündüğünü, zihninin nasıl çalıştığını ve mantığını ortaya koyar.

2. Din: Kültür unsurları içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bilhassa eski devirlerde yüzyıllarca bu kültür unsuru ön planda bulunmuş ve öteki kültür unsurlarını gölgede bırakmıştır. Dinin milletler üzerindeki hakimiyeti, imparatorluklardan millî topluluklara geçinceye kadar devam etmiştir. Milliyetçilik çağında milletler imparatorluklardan kopunca dinin fonksiyonu da azalmıştır. Dinin bir millet içerisindeki kültüre etkisi ve kültürün diğer unsurlarının oluşması ve değişmesindeki rolü ise devam etmektedir. Dini bayramlarımız ve törenlerimiz bunun açık örnekleri olarak dikkati çekmektedir.

3. Gelenek ve görenek: Bunlar bir milletin yazılı olmayan veya hepsi yazılı olmayan kanunlarıdır. Yazılı kanunların çoğu gelenek ve göreneklere göre düzenlenmiştir. Kanun, insanın toplum içerisindeki davranışlarını düzenler. İnsanlar bu düzeni asırlar boyunca gelenek ve göreneklerle sağlamışlardır. Fakat günümüzde bile yazılı anayasası bulunmayan ülkeler vardır. Bunlar toplum düzeninin hâlâ gelenek ve göreneklerle sağlamaktadırlar. Aslında kişinin bütün hal ve hareketlerinin yazılı kanunlarla tanzim etmek mümkün değildir. Çünkü yasalar genellikle hakları ve cezaları tayin etmektedir. Oysa insanın toplumda birçok sosyal ilişkileri bulunmaktadır: özür dilemek, selamlaşmak, saygı göstermek, davetlere katılmak, konuşmak, tartışmak, yazmak vs.. Bu davranışlarda nasıl bir usulün gerektiğini kanunlar dğil gelenek ve görenekler tayin eder.

4. Sanat: Sanat, bir millet diğer milletlerden ayıran, bir millete has duygu ve zevklerin tezahürü ve şekillenmesidir. O milletin güzeli yaratma ve bulma tarzıdır. İnsanoğlu barınır, beslenir, sosyal ve ruhsal ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Bunları yaparken oyalanmak, ruhunu okşamak, güzeli yakalamak, yeni güzellikler ortaya koymak ister. Bunun sonucunda sanat eseri ortaya çıkar. Her milletin sanat eğilimi ayrı bir özellik taşır. Söz, ses , mekan, renk ışık zevk ve anlayışı farklıdır. Demek ki sanat bir milletin ortak zevkinin ifade edilişidir. Bur kültür unsuru edebiyat, resim, mimarı, heykel vb... gibi kollara ayrılır.

5. Dünya görüşü: Dünya görüşü bir milletin başka milletlerden farklı olan hayat felsefesidir. Bir milletin fertleri ortak kültür dolayısıyla tutum, zihniyet ve davranış bakımından çeşitli ortak özellikler gösterirler. Sosyal ve ruhî olaylar karşısında fertlerin bu ortak tutum ve davranışları o milletin dünya görüşünü meydana getirir. Bunun için her millette değerler ve değer yargıları farklıdır. Askerlik, kahramanlık, aşk , madde, namus, temizlik, ahlak, ölüm, eğlence vs. Gibi hayat hadiseleri ve kavramları her millette değişik davranışlarla karşılanır.

6. Tarih: Milleti, dolayısıyla kültürü meydana getiren unsurlardan birisi olan tarih, bir milletin çağlar içindeki yürüyüş ve görünüşüdür. Tarih mazidir, fakat bu mazi bugünün ve dünün fertlerini millet içerisinde birbirine bağlayarak geleceğe taşır. Fertler arasında kader birliği temin eder. Aynı millete mensup insanlar tarih sayesinde akrabalıklarının farkına varabilirler. Tarih bir milletin nereden gelip nereye gittiğini gösteren kültür unsuru olarak, o milletin hayatında önemli bir yer tutar.

KÜLTÜR TAŞIYICI OLARAK DİL

Dil, millî hafızanın, millî hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddî ve manevî değerlerin, bütün buluş ve yaradışların ortak hazinesidir. Millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Kültürün ilk ve temel unsurudur.

Kültür, varlığını nesilden nesile intikale borçludur. Kültürün nesilden nesile geçmesi, böylece devamı ve yaşaması kültür taşıyıcı eserler, eğitim ve öğretim yolu ile olur. Onun içindir ki kültür eserleri, eğitim ve öğretim kültürün hayat şartıdır. Dolayısıyla eğitim ve öğretimin esas görevi kültürün intikal ve devamını sağlamaktır.

Bir milletin fertleri arasındaki ortak duygu ve düşünce akımı dille kurulabilmektedir. Bu akım dünden bugüne, bugünden yarına dille aktarılmaktadır. Bundan dolayı dil, aynı zamanda bir kültür aktarıcısı, bir kültür taşıyıcısıdır. Bir milletin tarihi, coğrafyası, değer ölçüleri, folkloru, müziği, edebiyatı, ilmi, dünya görüşü ve millet olmayı gerçekleştiren her türlü ortak değerleri yüzyılların süzgecinden süzüle süzüle kelimelerde, deyimlerde sembolleşerek hep dil hazinesine akıtılmakta, özünü orada saklamaktadır.

Gelenek ve görenekler, dünya görüşü, din, sanat, tarih vb. dil sayesinde nesilden nesile aktarılır. Zaten bütün bu unsurların teşekkül edebilmesi için milletin meydana gelmiş olması lazımdır. Milletin ve öteki kültür unsurlarının oluşmasında en başta gelen dildir.

Kültür denilince ilk akla gelen şey dildir. Dil, millet denilen sosyal varlığı birleştirmektedir. Fertler arasında duygu ve düşünce birliği vücuda getirmektedir. Milletler duygu ve düşüncelerini yazıya geçirince daha sağlam bir birlik meydana geliyor. Çünkü yazı sayesinde duygu ve düşünceler hem zaman hem de mekân içinde yayılıyor. Biz Orhun Yazıtları sayesinde bundan bin iki yüz yıl önce Göktürklerin varlığı, meseleleri, duygu ve düşünceleri hakkında bir fikir ediniyoruz. Türklerin yöneticisi durumunda olan şahısların halkı muhatap alıp, halka hitap ettiklerini, yaptıkları işleri halka anlattıklarını görüyoruz. Bu da milletimizdeki demokrasi anlayışının yüzyıllar öncesine kadar uzandığının bir delilidir. Aynı hitap şeklini yıllar sonra 1071’de Malazgirt’te Alpaslan’da, 20. yüzyılda Atatürk’te görebiliyoruz.

Türk edebiyatı en eski çağlardan bugüne kadar, bütün safhaları, devirleri ve sosyal tabakaları ile Türk milletinin hayatını, zevkini, dünya görüşünü, yaratma gücünü gösteren bir duygu, düşünce ve hayal dünyasıdır. Halk edebiyatı halkın yaşayışının, inanç ve değer hükümlerinin bir hazinesidir. Bu edebiyat, beşikten başlayarak insan hayatının bütün safhalarını içine alır. Türk halk edebiyatı aşk, ölüm, hasret, tabiat sevgisi, gurbet, anı, din duygusu, alay, kahramanlık, ahlak gibi bütün duyguları işler. Bunların hepsi de kültürümüze ait unsurlardır ve edebiyat vasıtasıyla taşınmaktadır. Edebiyatın temel malzemesi ise dildir.

Bir şair duygu ve düşüncelerini kendi milletinin fertlerine ancak dili ile ulaştırabilir. Bir yazar, bir bilim adamı, bir devlet adamı, bir filozof görüşlerini topluma dil yolu ile yayabilir. Milletimizin dünya görüşü Yunus Emre’nin ilahilerinde, Türk halkının bayrakta sembolleşen vatan sevgisi Mehmet Akif’in İstiklal Marşı’nda, millî mücadele ruhu Mehmet Emin Yurdakul’un şiirlerinde ve bu dönemin romanlarında, İstanbul’un güzellikleri, İstanbul halkının gelenek ve görenekleri Yahya Kemal’in eserlerinde, Hüseyin Rahmi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın romanlarında, Anadolu insanının yaşayışı ve değer ölçüleri Yakup Kadri ‘nin eserlerinde ebedîleşmiştir. Türk milletinin gelenekleri, folkloru, yüzlerce yıllık hayat tecrübelerinin sonuçları veçiz ifadesini atasözlerinde bulmuştur. Destanlar toplum hayatını derinden etkilemiş şahıs ve olayların efsaneleşerek günümüze kadar uzanmış canlı tablolarıdır. Deyimler Türk mantığının, dil felsefesinin sembolleridir.

Kutadgu bilig ile Divanü lügat-it Türk kültür hazinelerimizin en eski olanlarından sadece ikisidir. Bu satırlara sığmayacak nice eserlerimiz mevcuttur. Bunlardan kültürümüzle ilgili pek çok unsuru öğrenebiliyoruz. Kutadgu Bilig ve Divanü Lügat-it Türk’te Türk millî bünyesinin ortaya konulduğunu görüyoruz. Divanü Lügat-it Türk’te bu millî bünyenin dış yapısı üzerinde durulmuştur. Kutadgu Bilig ‘de ise bu bünyenin iç kısmıyla ilgili esaslar yer almaktadır. Bu eserlerden Türklerin yaşama şekilleri, dünya görüşü, gelenek ve görenekleri vb. öğreniyoruz. Bütün bu bilgiler bize dil vasıtasıyla intikal etmiştir.

Dil, milletler arasında da kültür taşıyabilmektedir. Zorunlu olmayan kültürün değişmelerinde bunu açıkça görebiliyoruz. Gerçi zorunlu kültür değişmelerinde de dil unsuru mutlaka vardır. İnsanları bir araya getiren dildir. Bir millet başka bir milletle temas etmek suretiyle birtakım kelimeler alabilir. Her kelime kültüre ait bir unsur olduğu için, alındığı şekliyle olmasa bile o milletin kültüründen izler taşıyacaktır. Günümüzde ulaşım ve iletişimin hızla gelişmesi kültür alış verişlerini de hızlandırmıştır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki kültürün nesilden nesile aktarılması, diğer milletlere tesir etmesi, yaşaması ve gelişmesi dil sayesinde mümkün olabilmektedir. Milleti meydana getiren unsurların başında gelen dil, aynı zamanda kültürün oluşması ve yaşamasında da en büyük görevi üstlenmiş durumdadır.

TÜRKÇENİN DÜNYA DİLLERİ ARASINDAKİ YERİ

Kaynak bakımından birbirine yakın olan diller bir aile teşkil ederler. Dünya dilleri bu şekilde çeşitli dil ailelerine ayrılırlar. Bir dil ailesi tarihin bilinmeyen devirlerinde bir ana dilden çıkan dillerin oluşturduğu topluluktur. Bu diller arasındaki benzerlikler böyle bir varsayımı kuvvetlendirmektedir. Bir ana dilin yazılı belgeleri olmadığı halde birçok özelliklerini kendisinden türemiş bulunan ailedeki dilleri karşılaştırarak tesbit etmek mümkün olabilmektedir.

Dünyadaki başlıca dil aileleri şunlardır:

1. Hint-Avrupa dilleri ailesi:

a. Hint-İran Dilleri: İran, Afgan, Pakistan, Hindistan, Sri Lanka, Nepal dilleri,

b. Slav Dilleri: Rusça, Bulgarca, Lehçe (Polonya), Çekçe, Slovakça, Baltık dilleri,

c. Roman Dilleri (Latinceden türetilmiş diller): İtalyanca, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence...

ç. Cermen Dilleri: İngilizce, Almanca, Felemenkçe, İsveççe, Norveççe...



2. Hami-Sami dilleri:

a. Hami Dilleri: Eski Mısır dili, Kuşi dili, Libya-Berber dili, Çad dili,

b. Sami Dilleri: Arapça, İbranice (Kenanca), Habeşçe, Akatça.

Bu ailenin yaşayan en önemli dilleri Arapça ve İbranicedir.



3. Bantu dilleri:

Bu aileye Afrika’nın büyük bir kısmında konuşulan Bantu dilleri girer.



4. Çin-Tibet dilleri:

Çince, Tibetçe, Vietnamca ve Kmerce bu gruba dahildir.



5. Ural-Altay dilleri:

Ural ve Altay dilleri akrabalığı öteden beri tartışma konusu olmuştur. Ne var ki, genel görüşe göre, bu iki kol tek kaynatan çıkmış, ancak zamanla akrabalık bağları çok zayıflamıştır.



Ural ve Altay dillerin akrabalığı bugün için aşağıdaki benzerliklere dayanmaktadır:

· Her ikisi de eklemeli dildir. Yani her iki kolda da sözcük yapısı aynıdır.

· Bu dillerin tümce yapıları da birbirinin aynıdır.

· Bu dillerde ünlü uyumu da ortak özellik olarak kendini gösterir.

· Räsänen'e göre, ünlü bolluğu ve ünsüz seyrekliğiyle sözcük başında ünsüz yığılışmasının bulunmaması da Ural-Altay dillerinin ortak özelliğidir.

· Ural-Altay dillerinde bazı eklerin hem eylemlerde çekim eki hem de sözcük türetmede yapım eki gibi kullanılması da önemli bir benzerliktir.

· Bu diller arasında sözcük benzerliklerine ve eşliklerine de rastlanmaktadır:



TÜRKÇE
FİNCE

Ben
Min

Sen
sin


Ural-Altay dilleri, adından da anlaşılacağı gibi Ural ve Altay olmak üzere iki kola ayrılır:


YAPI BAKIMINDAN DÜNYA DİLLERİ

Dünya dilleri yapı bakımından üç grupta incelenir:

1. Yalınlayan diller (Ayrımlı diller) (Alm: isolierende sprachen; Fr: langues isolantes; İng: isolating languages): Bu dillerde her kelime tek heceden ibarettir. Kelimelerin çekimli şekilleri yoktur, yani daima kök durumundadır. Cümle çekimsiz kelimelerin bir araya gelmesiyle oluşturulur. Cümlenin anlamı genellikle kelimelerin sıralanışından anlaşılır. Konuşmada ise birbirine çok benzeyen kelimeleri ayırt etmek üzere çok zengin bir vurgu sistemi oluşturulmuştur. Çin ve Tibet dilleri bu gruba girer. Bu diller, aynı zamanda, tek seslemli diller (tek heceli diller) (Alm: wurzelsprachen, einsilbige sprachen; Fr: langues monosyllabique, langues atomiques; İng: monosyllabic languages, radical languages) arasında yer almaktadır.

2. Çekimli diller (Bükümlü diller) (Alm: flektierende sprachen; Fr: langues flexionnelles; İng: inflexional languages): Bu dillerde, çekim sırasında ve yeni kelimeler türetilirken kelime kökleri genellikle değişir ve tanınmayacak hale gelir. Ekler kelimenin önüne, ortasına veya sonuna gelebilir. Bazı dillerde ise kelime kökü ile yeni kelime veya kelime çekimi arasında daima açık bir bağ, ilgiyi gösteren bir iz vardır. Kelime kökündeki asıl sesler yeni kelimede veya kelime halinde hep aynı kalırlar. Sami dilleri, Hint-Avrupa dilleri bu gruba girerler.

3. Eklemeli diller (Bitişimli diller, bitişken, bağlantılı diller) (Alm: aglutinierende sprachen; Fr: langues agglutinantes; İng: agglutinating languages): Bu dillerde isim ve fiil çekimleri ile yeni kelimelerin teşkilinde kök değişmez. Kökün önüne veya sonuna birtakım ekler getirilerek kelime yapımı veya çekimi gerçekleştirilir. Ural-Altay dilleri bu gruba girer. Türkçemiz sondan eklemeli bir dildir:

göz-le-m-ci gel-ecek-ler-miş

KONUŞMA DİLİ, YAZI DİLİ

Bir dilin iki cephesi vardır: Biri, insanların karşı karşıya geldikleri zaman sesli olarak görüşürken, yani konuşurken kullandıkları “konuşma dili”, öteki yazıda kullanılan dildir. Buna “yazı dili” veya “kültür dili” de denilmektedir. Kültür dili bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerleşim biriminin dilidir.

Bir dilin yazısı çoğu zaman lehçelerinden veya ağızlarından birine göre, yazı lehçesine göre şekillenir. Yazılan dil ise din, edebiyat ve ilim adamları tarafından işlenerek zenginleşir ve konuşma dilinden az çok farklılaşır. Bizim yazı lehçemiz Batı Türk Dili'nin Anadolu lehçesidir. Yeni Türkçede ses özellikleri ve çekim yönlerinden İstanbul ağzı esas sayılır.

Bir milletin bütün aydınları yazı dilini bilirler ve yazı lehçesini konuşurlar. Yazı dili lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını önler. Hepsinin zenginliklerinden faydalandığı gibi onları ortak bir kaynaktan zenginleştirir. Dil millî birliğin çimentosudur. Ayni dili konuşan insan toplulukları bir millet sayılırlar ve hemen her zaman ayrı, bağımsız bir devlet kurmuş bulunurlar.

Bir dil kendi içerisinde birtakım alt kollara ayrılır. Böylece bir dil sahası içerisinde lehçeler, ağızlar ve argolar meydana gelir.

Lehçeler, bir dilin bilinmeyen, çok eski dönemlerinde ayrılmış kollarına denir. Başka bir deyişle, bir dilin birbirinden uzak bölgelerde, çeşitli nedenlerle, ses, söz dizimi ve söz varlığı bakımından değişikliğe uğramış biçimine lehçe (Alm: Dialekt; Fr: dialecte; İng: dialect) denir. Tanımalardan da anlaşılacağı gibi, 'ağız’da genellikle ses ve söyleyiş farklılığı varken, lehçede ses ve söyleyiş farklılığıyla birlikte, dilin yapısı (söz dizimi) ve söz varlığı da değişmektedir. O kadar ki, bu farklılıklar zamanla lehçelerin birer dil olmasına bile yol açmaktadır. Söz gelimi, Latincenin çeşitli lehçeleri arasındaki farklılık zamanla o kadar büyümüştür ki, sonunda Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce, Rumence gibi diller ortaya çıkmıştır.

Adriyatik Denizi'nden Çin Denizi'ne kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada yaşayan Türkçe de birçok lehçelere ayrılmıştır: Batı Türkçesinin Anadolu, Azerî, Türkmen lehçeleri gibi ve Özbek lehçesi, Kazak lehçesi, Kırgız lehçesi...

Lehçenin ayrı bir dile dönüşmesi olayına Türk dilinde de rastlanmaktadır. Yaşayan Türk lehçelerinden ikisi, bugün artık birer dile dönüşmüştür. Bunlardan biri, Sibirya’da Lena Nehri'nin iki yanında yaşayan Yakut Türklerinin konuştuğu Yakutça diğeri ise, Orta Volga bölgesinde Kama Irmağı'nın Volga’ya kavuştuğu yerde yaşayan Çuvaş Türklerinin dili olan Çuvaşçadır.

Bir dilin lehçeleri arasındaki bağı ya da farklılıkları en iyi lehçeler sözlüğü ortaya koyar. Örneğin, W. Radloff’un “Türk Lehçeler Sözlüğü” bu nitelikte bir sözlüktür.

Hüseyin Kâzım’ın “Büyük Türk Lugatı” da bu alanda hazırlanmış büyük bir eserdir.

Türk lehçeleri hakkında ilk bilgileri veren eserse Kaşgarlı Mahmut’un ölümsüz eseri “Divanü Lugat-it Türk” ’tür.

Ağız ise bir dilin en yeni zamanda ayrılmış küçük bölge kollarıdır. Başka bir tanımla, bir dilde ya da bu dilin bir lehçesinde yazı diline oranla ortaya çıkan farklı söyleyiş biçimine ağız (Alm: Mundart, lokalsprache, sondersprache; Fr: parler, patois; İng: local language, vocational slang; Osm: Şive ) denir. “Geliyorum” kelimesinin çeşitli Anadolu ağızlarında geliyom, gelirem, geliyem şeklinde söylenmesi gibi. Anadolu lehçesinin Rumeli, Karaman, Aydın, Harput v.b.

Ağız, bölge, çevre farklılıklarından ortaya çıkabildiği gibi, meslek ve öğrenim farklılıklarından da kaynaklanabilmektedir.

Denizli ağzıyla Edirne ağzı bölge farklılığından; köylü diliyle kentli dili, işçi diliyle memur dili arasındaki fark da çevre, meslek ve eğitim farklılığından doğmuştur.

Çevre, meslek ve eğitim farklılıklarından doğan değişik söyleyiş biçimine ağız yerine şive adı verildiği de görülmektedir. Ancak, bütün dilbilgisi terimleri sözlüklerinde ağız teriminin Osmanlıca karşılığı olarak şive sözcüğü gösterilmektedir. Dilbilim alanında yazılan eserlerde de artık ağız terimi Arapça şive sözcüğünün yerine kullanılmaktadır.

Bu duruma göre Çuvaş ve Yakut Türkçeleri dilimizin lehçeleri: Kırgız Türkçesi, Azeri Türkçesi, Oğuz Türkçesi, Özbek Türkçesi... , ağızları da: Karadeniz, Konya, Ege İstanbul, Kastamonu, Ankara...

Her ülkede böyle lehçe, ağız (şive) bulunabilir. Fakat o ülkede belli bir yazı dili vardır. Yazı dili için ağızlardan birisi esas alınır. Mesela Türkiye’de İstanbul ağzı yazı dilimizin temelini oluşturmuştur.

Argo, belli bir kesimin, genellikle de belli bir meslekten olan kişilerin kendi aralarında oluşturup konuştukları, bu nedenle ortak dili konuşan diğer insanların anlayamadığı özel dile argo (Alm: Argot, gaunesprache; Fr: argot; Ing: slang) adı verilir.

Yapı bakımından içinden çıktığı ortak dilden farklı olmayan argo da, her dil gibi, sürekli olarak değişir, gelişir. Kimi sözcükleri ölür, toplumsal gelişmelere göre yeni sözcükler kazanır.

Argo terimi, eskiden, daha çok kaba dil karşılığı olarak külhanbeyi, ayak takımı ağzı için kullanılırdı. Bu anlayış büyük ölçüde değişmiştir. Bugün, külhanbeyi, hırsız, denizci, şoför argosu yanında esnaf, sanatçı argoları da ortaya çıkmıştır.

Argo sözcükler, ortak dilin ya da bir yabancı dilin sözcüklerine özel anlamlar yükleyerek, yabancı dilden alınan bazı sözcüklerin yapısını bilinçli olarak bozarak elde edilir.

Argo, sanıldığının tersine, anlam değişiminin güçlü olduğu, nükteli, etkili bir dildir. O kadar ki, argo sözcükler, öbekler, zamanla ortak dilin söz varlığına da girer, ulusça kullanılır. Örneğin, dümen (hile, dolap), dümen yapmak, yelkenleri suya indirmek, dikine tıraş (yalanlarla dolu gevezelik), palavra (uydurma söz ya da haber; uzun ve boş konuşma), omuzlamak (alıp götürmek), yuvarlamak (bir şey yemek), boşlamak (vazgeçmek, peşini bırakmak), kırmak (okuldan kaçmak), inek (çok çalışkan olmak) gibi sözcük ve öbekler argodan anadilimize geçmiştir.

DİLBİLGİSİ

Dil aslında sosyal bir kurum olmakla birlikte çok karmaşık bir olgudur. Kişiye ait bir meleke olması bakımından ruhî, konuşma aygıtından gelmesi sebebiyle fizyolojik ve bir ses olayı olmakla fizikî yönleri vardır. Bu sebeple zamanımızda türlü yönlerden ve farklı maksatlarla incelenen bir konu olmuştur. Böylece dilbilgileri (sciences linguistiques) çok dallanmıştır.

Eski Yunanlılar ve Eski Hintlilerden beri insanlar doğru yazıp okumak amacı ile dillerinin bağlı olduğu kuralları tespit etmeye çalışmışlardır. Bu kuralların meydana getirdiği bilgi koluna gramer, dilbilgisi (grammaire) denmiştir. Zamanla bütün yazı dillerinin ve eski medeniyet dillerinin gramerleri yapılmıştır. Bunun gibi her dilin kelime dağarcığı toplanarak lûgat kitapları, sözlükler (dictionnaire) meydana getirilmiştir. Araplarda lugat bilgisi (lexicographie) büyük önem kazanmıştır.

Öğretimlik (classique) tarifine göre pratik bir bilim kolu olan gramer bize bir dilin doğru yazılıp okunması ve doğru konuşulması usullerini gösterir. Dili iyi kullanma (bon usage) sanatını öğretir. Düşünce ve duyguları daha düzgün ve tam olarak anlamamıza ve anlatmamıza yardım eder. Gramer bilgisi sayesinde daha doğru, daha mükemmel düşünmeye de alışırız. Bu bilgi dil düzeninin koruyucusudur.

Fakat gramerin bu tarifi ancak onun eski zamanlardaki amacına uygun düşer. Çünkü onun o zaman konusu hemen tamamiyle yazı dili, yani bir kalem ve göz dili (langage visuel) olmuştur. O gramer bu geleneğin doğruluğunu, bütünlüğünü ve bir dereceye kadar değişmezliğini savunur. Yeni zamanlarda ise bu gramer anlayışı bir hayli değişmiştir.

XVIII. yüzyıla kadar filozoflar dili, şekilci mantığın sözlü şekli saymışlar ve onu düşüncenin değişmez kanunlarına bağlı görmüşlerdir. Buna göre gramerci sadece dilin değil, aklın da temsilcisi oluyordu. Ancak XIX. yüzyıl başlarından bu yana dilin tarih boyunca gelişen sosyal bir kurum olduğu görülmüş ve müspet ilimlerin ilerlemesi oranında da onun kendi şartlarına ve kanunlarına bağlı canlı bir organizma olduğu anlaşılmıştır. O zaman yaşayan dili, ağız ve kulak dili (langage auditif ) konu olarak ele alıp her türlü doğruluk ve düzenleme iddiasından uzak kalarak inceleyen bir ilim kolu meydana gelmiştir: diller bilgisi (dilbilim) (linguistique) . Bu bilgi kolu dilin oluşma ve gelişmesindeki kanunları, dil kanunları (loi linguistique) ortaya koymuştur.

Diller bilgisi grameri lüzumsuz hale getirmiş olmadı. Fakat onu derinden etkiledi. Modern gramer herşeyden önce yaşayan dilin gerçek durumu, az çok geçmişi ve gelişme yönleri hakkında bilgiler vermeyi üzerine aldı. Diller bilgisinin getirdiği ilmî tariflere ve tasniflere, müspet ilimlerin metotlarına uydu. Bir ayarlayıcı bilgi olmak işleyişini korumakla birlikte eski fetvacılığını bıraktı.

Çözümlü (analytique) usulle yazılmış ayarlayıcı gramer (grammaire normative) dili meydana getiren unsurlara, sırası ile seslere, kelimelere ve sözlere göre bölümlenir. Buna göre :

1. Sesbilgisi (Alm: phonetic; Fr: phonétique; İng: phonetics), bir dilin sesleriyle bu seslerin sözcük içinde sıralanış biçimlerini, uğradıkları değişiklikleri ve vurgu, titrem (ton), titremleme gibi ses olayarlarını inceleyen dilbilgisi dalına denir .

2. Yapıbilgisi (sözcük bilgisi, biçim bilgisi) (morphologie),sözcüklerin yapılarını, tümce içinde sıralanışlarını, türlerini (ad,önad, eylem..) inceleyen dilbilgisi dalına denir.

3. Sözdizimi (tümce bilgisi) (Alm: syntax; Fr: syntaxe; İng: syntax) sözcüklerin öbekler ve tümceler biçiminde dizilişini, tümce yapısını ve tümce türlerini inceleyen dilbilgisi dalına denir.

4. Anlambilgisi (Alm: semantic; Fr: sémantique; İng: semantics), sözcüklerin anlamlarını, dilin bütün birimlerinin birbiriyle ilişkilerini ve bunların anlam üzerindeki etkilerini; eş anlamlılık, zıt anlamlılık, çok anlamlılık, anlam iyileşmesi, anlam kötüleşmesi, anlam daralması, anlam genişlemesi gibi anlam olaylarını inceleyen dilbilgisi dalına denir.

Yine oldukça eski bir geleneği olan dil bilgilerinden biri metinbilgisi (geleneksel dilbilgisi) (philologie)’dir. Din ve medeniyet dillerinin yetirdiği ve bıraktığı her türlü yazılı eserlerin incelenmesi ve açıklanması eskiden beri ayrı bir çalışma alanı olmuştur. Metin bilgisi bunlarla metin onarımı (restitution de texte), ve metin tenkidi (critique de texte) metin açıklaması (commentaire), dil özellikleri ve edebiyat tarihi (histoire de la litterature) yönlerinden uğraşır. Denebilir ki metin bilgisi yeni zamanlarda gelişen çeşitli dil bilgisi dallarının anası olmuştur.

XIX. yüzyıl başlarında birtakım diller arasında akrabalıklar tespit edilmiş ve dünya dilleri ailelere bölünmeye başlamıştır. Bu keşifler o zamana kadar tek tek incelenen dillerin karşılaştırılmasına yol açmıştır. Böylece aynı anadilden gelen dilleri, yahut bir dilin lehçelerini karşılaştırıp inceleyen eserler yazılmıştır ki bu bilgi koluna karşılaştırmalı gramer (Alm: vergleichende Grammatik; Fr: grammaire compare; İng: comparative grammar) denmiştir. Belli bir dilin tarihi lehçelerini karşılaştırıp inceleyen gramer çeşidine ise tarihi gramer (Alm: historiche Grammatik; Fr. grammaire historique; İng: historical grammar) adı verilmiştir.

Bunlara karşılık bir dilin veya lehçenin belli bir zamandaki halini incelikleri ile anlatmaya çalışan bir gramer türü meydana gelmiştir. Amacı ilmî olan, ayarlayıcı olmayan bu dil bilgisi de tasvirci gramer (grammaire descriptive) adını alıyor.

Daha yeni zamanlarda dil araştırmaları daha çok konuşulan dile, yaşayan lehçelere ve ağızlara yönelmiştir. Bunların incelenmesiyle dil olayının gerçeğine daha çok yaklaşmak mümkün olacağı takdir edilmiştir. Lehçelerin derlenmesi, tasnifi ve incelenmesiyle uğraşan bilgi koluna da lehçeler bilgisi (dialectologie) adı verilmiştir.

Dilin maddece unsurları olan sesler ve konuşma aygıtı da yeni zamanlarda daha yakından bir incelemeye kavuşmuştur. Seslerin oluşması, birleşmesi ve değişmesi hakkında edinilen bilgiler dilin mekanik olaylarını aydınlatmıştır. Bu bilgi koluna sesler bilgisi (phonologie) diyoruz. Nihayet sesleri incelikleriyle tespit etmek ve ölçmek için tabiî ilimlerin deneme usullerine başvurulmuş ve türlü ses aletlerinden yararlanılmıştır. Bu çalışma kolu denemeli sesbilgisi (phonetique expérimentale) adını almaktadır.

Böylece araştırma ve inceleme alanları genişleyen dil bilgileri, yukarıda işaret ettiğimiz gibi eski gramerin karşısına çıkan, ilmî ve toplayıcı bir disiplinin kurulmasına imkân vermiştir. İşte dil olayını tabiî oluş şartları ve belirlilikleri içinde inceleyen, bir dil ailesini tarihî gelişmesi ve coğrafî yayılışı ile tanıtmaya çalışan bu dil bilgisi koluna diller bilgisi adını veriyoruz. Nihayet bütün dünya dillerini karşılaştırıp ailelere ve örneklere göre sınıflandıran ve onların gelişmelerindeki kapsayıcı kanunları ortaya koymaya çalışan bir bilgi kolu da meydana gelmiş ve genel diller bilgisi (linguistique générale) adını almıştır.

Bir dilin bir zaman kesiti içindeki durumunu inceleyen dilbilgisine eşzamanlı dilbilgisi (Alm: synchroniche grammatik; Fr: grammaire synchronique; İng: synchronic grammar) denir.

Aslında bir söz sanatı olan edebiyatı (littérature) inceleme konusu edinmiş edebiyat bilgisi (rhétorique) de dil bilgilerinden ayrılmaz.

Dilbilgisi, dilbilime bağlı olarak, XX. yüzyılda çok değişmiştir.

Çağımızın ürünü olan üretici-dönüşümlü dilbilgisi (Alm: generative transformations-grammatik; Fr: grammaire générative transformationnelle; İng: transformational-generative grammar) incelemelerini doğrudan doğruya konuşma diline ve tümceye yöneltmiştir. Ad ve eylem öbeğinden oluşan çekirdek tümceyi birim olarak ele alıp belli bir sıra izleyen dönüştürümlerle sonsuz sayıda tümce üretme yollarını açıklamaya çalışmıştır.

TÜRKLERİN TARİH BOYUNCA KULLANDIKLARI YAZILAR

Bilindiği gibi, Türklerin M.Ö.ki yüzyıllarda da çeşitli yazılarla karşılaştığı, bunlardan yararlandığı, hatta özgün bir Türk yazısı geliştirdiği kuşkusuzdur. Ne var ki, M.Ö.ki çağlara ait bilgilerin yeni buluntularla pekiştirilmesi gerekmektedir.

Türklerin M.S.ki yüzyıllarda kullandığı kesin olarak bilinen belli başlı yazılar şunlardır:

1- Göktürk yazısı,

2- Uygur yazısı,

3- Mani yazısı,

4- Soğd yazısı,

5- Çin yazısı,

6- Tibet yazısı,

7- Süryani-nasturi yazısı,

8- Brahmi yazısı,

9- Pass-pa yazısı,

10- Peçenek yazısı,

11- Kuman yazısı,

12- İbrani yazısı,

13- Yunan yazısı,

14- Ermeni yazısı,

15- İslav yazısı,

16- Latin-iİslav yazısı,

17- Arap yazısı,

18- Yeni Türk yazısı.

TÜRKÇENİN TARİHİ GELİŞİMİ

Türk dilinin oluşumunu yedi aşamada tamamladığı görüşü yaygındır:

Altay Çağı: Türkçe, Altay çağında, henüz ayrı bir dil niteliğini kazanmamıştır. Moğolca ve öteki akraba dillerle birlikte, bir Ana-Altayca içinde bulunmaktadır.

En Eski Türkçe Çağı: En eski Türkçe çağında, Türkçenin Ana-Altaycadan ayrıldığı düşünülmektedir. Böylece, Türk, Moğol, Mançu-Tunguz hatta Kore ve Japon dilleri ortaya çıkmıştır.

İlk Türkçe Çağı: İlk Türkçe çağındaysa Türkçe artık gelişmiş, diğer akraba dillerden ayrılmış bir dildir. Hunların konuştuğu Türkçe bu çağda kendini göstermiştir.

Eski Türkçe Devresi: Bu devre başlangıçtan 10. yüzyıla kadar olan zamanı kapsamaktadır. Bu devrenin bilinen ilk metinleri 8. asırda dikilmiş olan Orhun Anıtları’dır. Orhun Anıtları'nda Göktürk alfabesi kullanılmıştır. Anıtlarda mükemmel ve işlenmiş bir dille karşılaşıyoruz. Bu ise, Türk yazı dilinin daha eski devirlerde meydana gelmiş olduğunu göstermektedir. Elimizde belgeler bulunmadığı için bu hususta fazla bir şey söyleyemiyoruz.

Eski Türkçeden daha gerisi karanlık devirdir. Burada dilimiz Çuvaşça ve Yakutça ile buluşur. Çok daha geride de Türkçe, mensup olduğu öteki Altay dilleri ile, yani Moğolca ve Mançuca ile birleşir.

En eski yazılı kaynaklarımız olan Orhun Anıtları'nda Bilge Kağan’ın, kardeşi Kül Tigin’le beraber Çinlilere karşı yaptıkları savaşlar ve Türk milletinin bütünlüğünü sağlamak için verdikleri mücadeleler anlatılır. Anıtlarda kuvvetli bir hitabet üslubu dikkati çekmektedir. Orhun Anıtlarının yazarları Vezir Tonyukuk ile Yolluğ Tigin’dir. Eldeki belgelere göre bunlar Türklerin en eski yazarlarıdır.

Eski Türkçe döneminin Göktürk Anıtları'ndan sonraki yazılı ürünleri Uygur Türkçesi eserleridir. Uygur Türkleri Soğd yazısını ve Mani ile Buda dinlerini kabul etmişlerdir. Bu dönemde verilen eserlerin tamamı Mani ve Buda dinleriyle ilgilidir. Büyük bir kısmı Turfan kazılarında ele geçen bu eserlerin başta gelenleri Altun Yaruk ve Sekiz Yükmek’tir. Bu eserlerde Buda’nın hayatı, Buda dininin esasları anlatılmış, bazı dualara yer verilmiştir.

Demek ki, Eski Türkçe Devresi kendi arasında Göktürk Türkçesi ve Uygur Türkçesi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

Orta Türkçe Devresi: Bu devre 10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar olan zamanı içine almaktadır. Bütün Türkler bu dönemde Karahanlı Türkçesini kullanmışlardır. Tabii ki bunu yazı dili için söylüyoruz. Bu devrede gerek Türk dilinde gerekse Türk kültüründe önemli değişmeler olmuştur. İslamiyet resmen kabul edilmiş ve alfabe olarak Arap harfleri alınmıştır.

Orta Türkçenin ilk yıllarına ait olan Kutadgu bilig, Divanü Lügat-it Türk ve Atabet-ül Hakayık adlı eserler Ilk İslami Türk eserleri olarak bilinmektedir.

Kutabgu Bilig, Yusuf Has Hacip tarafından 1069 yılında tamamlanmış ve Karahanlı hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a sunulmuştur. Eserin adı “Kutlu Olma Bilgisi” şeklinde günümüz Türkcesine aktarılabilir. Kutabgu Bilig, devleti idare edenlerin nasıl davranmaları gerektiğini, halkın ideal bir devlet tarafından nasıl mutlu edilebileceğini, insanların toplum içerisindeki görev ve sorumluluklarının neler olduğunu anlatan dini, ahlaki ve sosyal görüşlerin ağır bastığı manzum bir eserdir ve 6645 beyitten oluşmaktadır. Dil ve kültür tarihi bakımından çok önemli bir kitaptır.

11. yüzyılda yazılmış olan eserlerden birisi de Kaşgarlı Mahmud’un Divanü Lügat-it Türk adlı eseridir. Kaşgarlı Mahmut bu eserini Araplara Türkçe öğretmek amacıyla kaleme almıştır. Aslında bir lügat olan Divanü Lügat-it Türk’te örnek olarak verilen halk şiirleri, atasözleri, deyimler dil ve kültür tarihimiz bakımından son derece önemlidir. Kaşgarlı Mahmut aynı zamanda ilk Türk dili bilginidir. Eserini “Türk dili ile Arap dilinin at başı yürüdükleri bilinsin” diye yazdığını söylemektedir. “Türk dilini öğreniniz, çünkü onların uzun sürecek bir saltanatı olacaktır” hadisini zikreder Kaşgarlı, ilk Türkçü yazarlarımızdandır.

12. yüzyılın başında meydana getirildiği sanılan Atabet-ül Hakayık, Edip Ahmet tarafından yazılmıştır. Öğretici mahiyette dini-ahlakî bir eserdir. Edip Ahmet, dinin faziletlerinden, ilimden, cimrilikten, cömertlikten vb. bahsetmiştir. Eser dörtlükler halinde düzenlenmiştir.

Yeni Türkçe Devresi: Bu devre 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı ihtiva etmektedir. 13. yüzyılın sonlarına doğru Doğu ve Batı Türkleri arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana gelmeye başlamıştır. Doğu Türkçesi, Eski Türkçenin ve Karahanlı Türkçesinin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir. Batı Türkçesi iki koldan gelişmiştir. Bunlar Osmanlı ve Azeri Türkçeleridir. Bunlar arasındaki fark 15. yüzyılın sonlarında görülmüştür.

Doğu Türkçesinin bir de Kuzey kolu bulunmaktadır. 15. yüzyıla kadar devam etmiş olan bu dile Kıpçak Türkçesi diyoruz. Kıpçak Türkçesi eserlerine Kuzey Afrika’da ve Mısır’da rastlanmaktadır. Daha sonra Kıpçak Türkçesi Oguz Türkçesi ile birleşmiştir.

Eski Türkçenin devamı durumunda olan Doğu Türkçesi, 15. yüzyıldan itibaren Çağatay Türkçesi diye de adlandırılmıştır. Bu yazı dili 15. yüzyılda Ali Şir Nevai tarafından kurulmuş ve geliştirilmiştir. 16. yüzyılda Babür Şah, Çağatay Türkçesinin en önemli temsilcisi olmuştur.Çağatay Türkçesinin yerinde bugün Özbek Türkçesi bulunmaktadır.

Modern Türkçe Devresi: Bu devre 20. yüzyılı kapsamaktadır. 20. yüzyılda önemli yazı dilleri olarak Türkiye Türkçesi , Özbek Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kazak Türkçesi vb. görüyoruz.

BATI TÜRKÇESİNİN GELİŞİMİ

Batı Türkçesi kendi içerisinde üç devreye ayrılır:

1. Eski Anadolu Türkçesi: Batı Türkçesinin ilk devresidir. 13-15. yüzyılları içine alır. Eski Türkçenin özelliklerini taşır. Selçuklular, Anadolu Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Eski Anadolu Türkçesinde henüz Arapça ve Farsça kelime ve tamlamalar fazla değildir.

2. Osmanlı Türkçesi: Batı Türkçesinin ikinci devresidir ve 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan zamanı kapsar. Bu dönemde Eski Türkçenin izleri kaybolmuştur. Azeri Türkçesi bu dönemde ayrılır. Arapça ve Farsçanın tesiri fazladır. Osmanlı Türkçesi tam beş asır imparatorluğun yazı dili olarak varlığını korumuştur. Batı medeniyetinin getirdiği ihtiyaçları Osmanlıcanın zengin vasıtalarıyla karşılamaya çalışan ve bir hayli başarılı olan bir dil, fakat yine sınıf dili kalıbı içinde ve bu yüzyılın gerektirdiği millet dili olmak imkânından mahrumdur. Osmanlıca bir yana, bu devirler boyunca konuşulan Türkçe sınırlı ölçüde yabancı kelimelerle de genişleyerek gelişmiş ve geleceğin yazı dili olmaya hazırlanmıştır. Dil tarihimizin dikkate değer özelliklerinden biri de şudur ki geçmişin derinliklerinden gelen sözlü halk edebiyatı bizde devam etmiş, halk destan ve hikâyeleri, halk şiiri erkenden az çok yazıya geçmiş ve bunun yanı başında halk için bazı kitaplar da yazılmıştır.

3. Türkiye Türkçesi: İkinci meşrutiyetten başlayıp günümüze kadar devam eden devredir. Millî edebiyat akımının mahsulü sayılan terkipsiz Türkçedir. Arapça ve Farsça kelimeler gittikçe azalmaktadır. Buna karşılık İngilizce kelimeler dilimize süratle girmekte ve yerleşmektedir. Yeni Türkçe Türkiye'de milliyetçilik akımının mahsulü olup Osmanlı yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu konuşma dilinden yeni bir yazı dili oluşturmak hamlesiyle meydana gelmiştir. Bu yüzyılın başı bütün Türkçe konuşan ulusların ve akrabalarının da kendi lehçelerine dönerek yeni yazı dilleri oluşturma çabalarına tanık olmuştur.

Bizde ilk Türkçülerle başlayan sadeleşme hareketi kısa zamanda gündelik ve edebiyat yazı dillerini aydınların konuşması ölçüsünde sadeleştirdi. Sonra yeni alfabenin uygulanması ve Atatürk'ün teşvikleri daha derinden bir millîleşme hareketine yol açtı. Burada Yeni Türkçe bilgin ve teknik dillerini de kendi yapısından karşılamak ve yaratmak meselesi ile karşılaştı ve o yolda da cesaretli adımlar attı.

Dilimiz bağımsız bir medeniyet dili olmak davasında ve hızlı bir gelişme çağındadır. Ancak bu arada millî kaynakların yer yer akılsızca kötüye kullanılması millî dile güven duygusunu sarsmakta ve Batı dillerinin daha geniş ölçüde istilasına yol açmaktadır. Yeni Türkçe inançlı, ciddi ve uzun süreli çalışmalara muhtaçtır.

Baskokov, Türk dilini, Volga Bulgarlarının konuştuğu Türkçeden başlayarak, aşağıdaki gibi dallandırmaktadır:



TÜRK DİLİNİN DOĞU HUN DALI



UYGUR ÖBEĞİ
KIRGIZ-KIPÇAK ÖBEĞİ

1. Uygur-Tukyu bölümü:

Eskiler: Orhon Anıtlarının

Eski Oğuz Dil

Eski Uygur Dili

Bugünküler: Tuva (Urenhay, Soyot, Soyon),

Karagas (Tofa)


Bugünküler: Kırgız, Altay (Altay, Teleüt, Telengit ağızları)

2. Yakut bölümü:

Bugünküler: Yakut(Dolgan ile birlikte)




3. Hakas bölümü:

Bugünküler: Hakas, Kamas, Küerik, Şor, Altay Dilinin Kuzey ağızları (Tuba, Şalkandu, kumandı), Sarı Uygur.



TÜRKÇENİN BUGÜNKÜ DURUMU VE YAYILMA ALANLARI

Türkler dünya üzeride çok geniş bir yer kaplar. Doğuda Moğolistan ve Çin içlerinde batıda Yugoslavya içlerine; kuzeyde Sibirya'dan ve Moskova yakınlarındaki Kazan şehrinden , güneyde Bağdat, Lübnan sınırı ve Kıbrıs içlerine kadar uzanan büyük ve geniş çoğrafyaya yayılmışlardır. 20-90 doğu boylamları ile 33-65 kuzey enlemleri arasında yer alan bu coğrafya, kuş uçuşu,doğudan batıya yedi bin, kuzeyden güneye üç bin kilometrelik bir alanı içine alır. Bu alandaki şu devletler içerisinde Türkler yaşamakta ve Türkçe konuşulup yazılmaktadır: Çin, Moğolistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azarbeycan, Afganistan, İran, Irak, Suriye, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Makedonya, Romanya, Polonya, Ukrayna, Moldovya.

Bütün bu geniş coğrafya içerisinde Türkçemizin pek çok lehçe ve şivesi bulunmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

Türk dilinin lehçeleri:

1. Çuvaşça

2. Yakutça

Türk dilinin şiveleri:

a. Sibirya ve Altay sahası:

1. Karagas

2. Soyan

3. İrtiş ve Tobol

4. Altay

5. Telengit

6. Teleüt

7. Tuba

8. Kumandı

9. Llebed

10. Sagay

11. Beltir

12. Kaç

13. Koybal

14. Kızıl

15. Şor

16. Kamasin

17. Çalım ve Çat



b. Doğu Türkistan sahası:

18. Uygur

19. Sarı Uygur

20. Tarançi



c. Batı Türkistan sahası:

21. Karakalpak

22. Özbek

23. Kırgız

24. Kazak

25. Türkmen



d. Kafkas ve İran sahası:

26. Nogay

27. Kundur

28. Karaçay

29. Balkar

30. Kumuk

31. Azeri

32. Kaşkay

33. Afşar

34. Kacar

35. Şahseven

36. Karadağlı

37. Hamse

38. Halaç

39. Kengerlu

40. Horasani

41. Karayi

42. Karaçorlu

43. Karapapak



e. Kuzey ve Batı sahası (Urallardan Balkanlar ve Akdeniz’e):

44. Kazan, Tatar

45. Atrahan

46. Başuırt

47. Kırım

48. Karayim

49. Gagavuz

50. Türkiye, Oğuz
Cevapla
#2

(TÜRK DİLİ II. BÖLÜM)



SES, HARF, ALFABE

SES, HARF, ALFABE

Ses dilin en küçük parçasıdır. En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün dil birlikleri seslerden yapılır. Heceler (seslemler), ekler, kökler, kelimeler, kelime grupları ve cümleler birtakım seslerin birleşmesinden meydana gelirler. Bu dil birliklerini unsurlarına ayırdığımız zaman en sonunda karşımıza bir unsur çıkar ki artık onu parçalayamayız. İşte, ses (sesbirim: Alm. Phonem; Fr. Phonème; İng. Phoneme) parçalanamayan ve küçük dil birliğidir.

Ses sözlü, harf yazılıdır. Ses kulağa, harf göze hitap eder. Sesler söylenilen, ağızdan çıkan , işitilen, yani konuşulan küçük dil birlikleridir. Dili yazıya geçirmek için bu küçük unsurlar birtakım işaretlerle karşılanır. Bu işaretlere harf (Alm. Buchstabe; Fr. Lettre; İng. letter) adı verilir. Demek ki harf, seslerin yazıdaki işaretleridir.

Bir dildeki sesleri karşılayan harflerin tümünün meydana getirdiği, belli bir sıraya göre hazırlanmış harf topluluğuna alfabe denir. Türk milleti çeşitli devirlerde farklı alfabeler kullanmışlardır. Bunların belli başlıları Göktürk, Uygur, Arap, Latin, Kiril alfabeleridir. Türkiye'nin Türk alfabesi 1 Aralık 1928 gün, 1353 sayılı yasayla saptanmıştır. Yirmi dokuz harften oluşur.

ÜNLÜLER

Sözlü iletişim sırasında, ağız kanalında hiç bir engele çarpmadan ve başka bir sesin yardımına gerekseme duymadan çıkan sese ünlü (Alm. Vokal; Fr. Voyelle; İng. Vowel) adi verilir.



Türkçede sekiz ünlü vardır:

a, e, ı, i, o, ö, u, ü



Ünlünün özel tınısını ağız boşluğunun oylum ve biçimi oluşturur. Bu da belli başlı dört etkene bağlıdır:

· Dilin durumu

· Ağzın durumu

· Dudakların durumu

· Çıkış süresi

Ünlüleri çıkarırken dil, ağız boşluğunun ya önünde ya da arkasında toplanır. Önde toplandığı zaman, örneğin \ i \ sesinde olduğu gibi, dudaklarla dil arasındaki boşluk da, dolayısıyla bu boşluktaki hava da kısıtlıdır. Dil, \ ı \ sesinde olduğu gibi, arkaya doğru toplanırsa bu kez, dudaklarla arasındaki boşluk büyür. Bildirişim sırasında ağız, ata (a-ta), Oğuz (O-ğuz) sözcüklerinin ilk seslemlerini çıkarmak için açıldığındaysa dudaklar birbirinden ayrılır. Dil damaktan uzaklaşır. Türkçenin sekiz ünlüsü, dilin, ağzın ve dudakların bu durumlarına göre aşağıdaki gibi kümelenir.

DİLİN DURUMUNA GÖRE

Ünlüler, dilin ağız boşluğunun ön ve arka bölümünde kullanılmasına göre, ikiye ayrılır:

1. Dilin ağzın ön bölümünde kullanılmasıyla ön damakta oluşan ön (ince) ünlüler (Alm. Vordere Vokal; Fr. Voyelle antérieure; İng. Front vowel): e, i, ö, ü



2. Dilin geri çekilmesiyle art damakta oluşan art (kalın) ünlüler (Alm. hinterer Vokal; Fr. voyelle postérieure; İng. back vowel): a, ı, o, u

Ünlüler,dilin alt çeneye ve damağa yakınlığına göre de ikiye ayrılır:



Dilin alt çeneye yapışması sonucu çıkarılan ünlülere alçak ünlü (Alm. niedriger vokal; Fr. voyelle basse; İng. low vowel) dilin damağa yaklaşık durumunda çıkarılan ünlülere de yüksek ünlü (Alm. hoher vokal; Fr. voyelle haute; İng. high vowel) adı verilir.

alçak ünlüler ------> a, e, o, ö

Yüksek ünlüler ------> ı, i, u, ü



AĞZIN DURUMUNA GÖRE

Ağzın durumuna göre de ünlüler ikiye ayrılır:

1. Ağız açıklığı genişken çıkarılan geniş ünlüler (Alm. Breitvokal; Fr. voyelle large; İng. wide vowel) : a, e, o, ö

2. Ağız açıklığı darken çıkarılan dar ünlüler (Alm. enger vokal; Fr. voyelle étroite; İng. narrow vowel): ı, i, u, ü



DUDAKLARIN DURUMUNA GÖRE

Ünlüler dudakların durumuna göre de yine ikiye ayrılır:

1. Dudakların biçimi düzken çıkarılan düz ünlüler (Alm. ungerundeter vokal; Fr. voyelle non-arrondie; İng. unrounded vowel): a, e, ı, i

2. Dudakların biçimi yuvarlakken çıkarılan yuvarlak ünlüler (Alm. gerundeter vokal; Fr. voyelle arrondie; İng. rounded vowel): o, ö, u, ü

Bu ünlülere, dudakların yardımıyla çıkarıldıkları için, dudak ünlüleri (voyelle labiale) adı verilir.

Bu bölümlemelerin ışığında ünlüleri tek tek ele alıp incelersek şu sonuca varırız:

ÜNLÜLER



Dilin durumuna göre



İnce (ön)
Kalın (art)

Ağız açıklığına göre
Dar
Geniş
Dar
Geniş

Dudakların durumuna göre
Düz
İ
E
I
A


Yuvarlak
Ü
Ö
U
O


ÇIKIŞ SÜRESİNE GÖRE (UZUN ÜNLÜ)

Bazı sözcüklerde bir seslem, o hecedeki çıkış süresi uzun olan ünlü nedeniyle, diğer seslemlere göre daha uzun söylenir. Sözcüğün daha uzun söylenen bu seslemine uzun seslem (Alm. longe silbe; Fr. syllabe longue; İng. long syllabe), bu seslemindeki ünlüye de uzun ünlü (Alm. longvokal; Fr. voyelle longue; İng. long vowel) deniz.

Türkçede uzun ünlü yoktur. Bütün aşağı yukarı aynı değerdedir. Türkçede uzun ünlü yalnız aşağıdaki durumlarda söz konusudur:



1. Türkçede uzun ünlü yalnız başka dillerden geçmiş sözcüklerde görülmektedir. Örneğin, aile, afiyet, adil, adalet, amir,şair, hatıra gibi

Eskiden, bu uzun okunan ünlülerin üzerine (^) işareti konurdu. Bugün yalnız yazılışları aynı, anlamları farklı sözcüklerin uzun ünlüleri üzerine bu işaret konmaktadır. Böylece, yazılışları aynı, anlam ve söylenişleri farklı sözcüklerin bir karışıklığı yol açması önlenmektedir.



adet: Sayı
âdet: Bir kimsenin yapmaya alışmış olduğu şey

alem: Bayrak
âlem: Evren

hala: Babanın kız kardeşi
hâlâ: Henüz, şimdiye dek

dahi: da., de
dâhi: Olağanüstü yeteneği ve gücü olan




Türkçede uzun ünlü bulunmaması, yabancı kökenli sözcükleri de etkilemekte, bu sözcükler de giderek uzun ünlülerini yitirmektedir: bakkal, beyaz, emlak, silah....

Bu tür yabancı kökenli kelimelerden bazıları ek aldıkları ya da olmak, etmek eylemleriyle kullanıldıklarında son sesler yeniden uzayarak doğal yapısına kavuşur: haram olsun, hücum etti, hitab et, ahbab olduk....



2. Hane kelimesinin eklenmesiyle kurulan yabancı kökenli birleşik kelimelerde, 'ha' hecesinin düşmesi sonucu orta seslem uzaması görülür:

ecza+hane ----> eczane

posta+hane ---> postane

pasta+hane ---> pastane



3. Türkçe sözcüklerden ya da bir Türkçe bir yabancı kökenli sözcükten kurulmuş birleşik sözcüklerde de ünlü uzaması görülür:

baba+anne ---> babanne

ne+haber -----> naber

ne+olur -------> nolur



4. Bazı özel adların ünvan dalarıyla birlikte söylenmesi sırasında da, orta hece düşmesi sonucu, ünlü uzaması kendini gösterir:

Mustafa Efendi -----> Mustafendi

Hoca Efendi --------> Hocafendi

Ali Ağa -------------> Alia



5. "Var" sözcüğü yardımcı eylemlerle kullanılınca, 'a' uzun söylenir:

Var ol çocuğum.



6. Baş ve üstüne sözcükleri birlikte kullanıldıklarında baş'taki /a/ sesi uzar: baş üstüne



7. Bazı durumlarda ğ, h, y sesleri bir ünlüye uzatma görevi de görür:

ğ

alacağım -----> alıcam

gideceğim ----> gidicem

h

allahaısmarladık ----> allaısmarladık

daha -----------------> da

pahalı-----------------> palı

y

şöyle ---------> şöle

vaktiyle ------> vaktile

söylemek ----> sölemek



8. Vurgulu açık hece belli belirsiz uzar:

kuzu kutu

kuyu koyu



ÜNLÜLERDE SES OLAYLARI



1. Orta hece ünlüsünün değişmesi: Orta hecedeki vurgusuz ünlü bazen değişebilir:

başlayor—başlıyor yaşayan—yaşıyan



2. Ünlü düşmesi (Alm. Elison; Fr. élision; İng. elision): Genellikle iç seste ve aşağıdaki biçimlerde olur:

 Bazı vücut organlarına ilişkin Türkçe adlarda içses düşmesi görülür:

Alın: Top oynarken düşmüş, alnı yarılmış.

Ağız: Ben bir şey söylemedim; ağzımı bile açmadım. Ağzı var, dili yok.

Beyin: Beyninde ur varmış.

Burun: Burnum kanıyor ...

 Organ adları dışında, bir iki Türkçe sözcükte de içses düşmesi olur:

oğul: Kızım liseyi bitirdi, oğlum okula yeni başladı.

kayın: O benim kaynım oluyor.

 Birleşik sözcüklerde içses düşmesi olur:

kahve+altı -----> kahvaltı

ne+ise ----------> niçin

bu+ile -----------> böyle

şu+ile -----------> şöyle

ne+asıl ----------> nasıl ...

 Çift seslemli ve /r/ sesiyle biten bazı eylem kökleri, edilgen çatıya çevrilirken içses düşmesi gerçekleşir:

ayır > ayrıl

çağır > çağrıl

çevir > çevril

kıvır > kıvrıl ...

 Bazı eylemlerden ad soylu sözcük türetirken de içses düşmesi olur:

devirim > devrim

çağırı > çağrı

kavuşak > kavşak

ayıraç > ayraç

 Birkaç ad ve ad soylu sözcükten türetilen eylemlerden de içses düşmesi görülür:

koku > koklamak

yumurta > yumurtlamak

oyun > oynamak

 Bazı yer belirten belirteçlerde ve adıllarda da içses düşer:

dışarıda > dışarda

yukarıda >yukarda

orada > orda

 Soru adılı 'nere' sözcüğüne ek gelince de içses düşmesi olur:

nerede > nerde

 Türkçede, Türk, kurt, turp gibi birkaç sözcük dışında, iki ünsüz bir araya gelmez. İki ünlü ya da iki ünsüz ancak Türkçeye girmiş yabancı kelimelerde görülür:

emr, hükm, zehr, ism, kast, kısm, meyl, sabr, vakt........

Bu tür sözcüklerin bir bölümü, bir ünlü eklenerek az çok Türkçeleştirilmiştir:

emir, hüküm, zehir, isim, kasıt, kısım, meyil.......

Ancak, bu sözcükler ek aldıkları zaman, sonradan aldıkları ünlüleri yitirerek yine asıl biçimine dönmektedir.

Emir verdin mi? : Bir emriniz var mı?

Verdiğiniz hüküm yanlış : Hakimin hükmü tartışılmaz.

Bu sözcüklerin sonuna bir yardımcı eylem gelince de ünlü düşer:

Sabır > sabretmek

Meyil > meyletmek

Hüküm > hükmetmek

 Tamamlananı açık seslemle biten belirtisiz ad tamlamasına ikinci bir iyelik eki getirildiğinde içses düşmesi gerçekleşebilir:

Yazı masası+m > yazı masam

Okul çantası+nız > okul çantanız

 -ı (-i, -u, -ü ) iyelik eki, kimi sözcüklerde kaynaşıp kalıplaşır:

biri, kimi, evveli,

Bu tür sözcüklere özellikle konuşma dilinde iyelik eki yeniden getirilir:

Biri-s-i, kimi-s-i, evvel-s-i

Bu ek bazı sözcüklerin sonuna ikinci ez gelince de ünlü düşmesine yol açar:

Yukarısı > yukarsı

Dışarısı > dışarsı

 Konuşma dilinde ve şiirlerde sen ve için sözcükleri birlikte kullanıldığında ünlü düşmesi olur:

Seninçin yas tutuyor, bulutlarıyla gökler (B.K. Çağlar)

Emmilerim hudutlarında

Seninçin döğüşürken ölmüşler. (C. Külebi)

 Bir de yazı diline yansımayan, yalnızca sözlü iletişim sırasında içses düşmesi olur:

Buyurun > buyrun

Gazete > gazte

Satılık > satlık

 Bazı ad ve ad soylu sözcüklerin sonuna yapım eki gelince de içses (ünlü) düşmesi olur:

Bakır+aç > bakraç

Diri+lik > dirlik



3. Ünlü birleşmesi : Türkçe asıllı kelimelerde iki ünlü yan yana gelmez. Böyle durumlarda iki vokal birleşerek tek vokal haline dönüşür:

Kahve altı>kahvaltı

ne için>niçin

ne asıl>nasıl

ne oldu>noldu



4. İki vokalin yan yana gelmesi: Bu, Türkçeye geçmiş yabancı kelimelerde pek çoktur: saat , fiil , kaide, faaliyet, kanaat... Türkçe kelimelerde ise sadece konuşma dilinde ve birleşik kelimerde rastlanır:

Kağan>kaan karacaoğlan

soğuk>souk karaağaç

soğan>soan akçaağaç



5. İkili ünlü (ünlü kayması): Türkçede, son zamanlarda karşılaşılan bazı iddialara karşın, ikil ünlü ya da ünlü kayması (Alm. Diphtong; Fr. Diphtongue; İng. diphtong) denilen, bir seslemde iki ünlünün yan yana gelmesi (air, auto, deuxieme) olayına kesinlikle rastlanmaz.

Türkçeye yabancı dillerden geçmiş, içinde iki ünlü bulunduran sözcükler de Türkçeye uyarak tek ünlüyle söylenir ve yazılır:

Otomobil > automobile

Otoriter > autoritaire

Şoför > chauffeur

Profesör > professeur



6. Ünlü çatışması: Ünlüyle biten bir sözcük, ünlüyle başlayan bir başka sözcükle birleşik sözcük kurarken ünlülerden biri /y/ sesine dönüşür. Buna ünlü çatışması (Alm. Synarese; Fr. Synérèse; İng. syneresis) denir.



Ne ise > neyse bu ile > böyle

O ile > öyle şu ile > şöyle



Türkçeye geçmiş yabancı sözcüklerde de iki ünlü yan yana gelmez. Araya /y/ sesi girer:



Biologie > biyoloji biographie > biyografi physiologie > fizyoloji



7. Bağlantı ünlüsü: Ünsüzle biten bir sözcüğe ünsüzle başlayan bir ek getirilince, bu iki ünsüz arasına ı (i, u, ü) ve a (e) ünlüsü girer. Bu ünlülere bağlantı ünlüsü (Alm. Bindevokal; Fr. Voyelle de liaison; İng. Connecting vowel) denir.

Üç-ü-z, göz-ü-m, at-ı-l, gez-i-n, gel-i-yor



8. Pekiştirme ünlüsü: Bazı sözcüklerde anlam pekiştirmesine yarayan –a- ünlüsüne, bu işlevi gereği, pekiştirme ünlüsü denir:

yap-a-yalnız güp-e-gündüz gep-e-genç



9. Ünlü genişlemesi: Türkçede dar ünlülerin geniş ünlüye dönüşmesine ünlü genişlemesi adı verilir.

Ünlü genişlemesi, k ve g seslerinin yanlarındaki dar ünlüleri genişletmesi sonucu olur:



Kuzu+cık > kuzucak boğuz > boğaz

Yavru+cık > yavrucak ığaç > ağaç



Bilindiği gibi, ben ve sen adıllarına –a- yönelme durumu eki getirilince de bene ve sene yerine bana ve sana biçimleri ortaya çıkar. Bunun nedeni de 'g' sesine bağlanmaktadır. Yönelme durumu ekinin eski biçimi –ga /-ge’dir. Ben ve sen sözcüklerini, bana ve sana biçimine sokan da bu /g/ sesidir: benge > bana / senge > sana



10. Ünlü yuvarlaklaşması: Düz ünlünün yuvarlak ünlüye dönüşmesine yuvarlaklaşma ya ünlü yuvarlaklaşması (Alm. Rundung; Fr. Arrondissement; İng. Rounding) denir.



Yağmır >yağmur savrık >savruk çabık > çabuk



11. O, Ö ünlülerinin durumu: Türkçede bu ünlüler yalnız ilk hecede bulunur: Ordu, görmek, dönek, ocak..... Fakat şimdiki zaman eki –yor- bu kurala uymaz: geliyoruz, bakıyorum vb. Buna karşılık yabancı dillerden girmiş pek çok kelimenin ikinci ve diğer hecelerinde o ve ö ünlüleri kullanılır: radyo, televizyon, banko, balo, balon, tayyör....



12. Orta hece vokali: Türkçede vurgusuz orta hecenin ünlüsü bazen değişir veya düşer:



Üzere/üzre burada/burda ilerlemek/ilerilemek yukarıda/yukarda yaşayan/yaşıyan

Bekleyen/bekliyen alını/alnı burunu/burnu omuzu/omzu



13. Ses uyumları: Türkçenin en belirgin ses özelliğidir. Büyük ünlü uyumu ve küçük ünlü uyumu olmak üzere iki başlık altında inceleyeceğiz.



a) Büyük Ünlü Uyumu (Alm. Palatalharmonie; Fr. Harmonie vocalique, harmonie palatale; İng. palatal harmony ) : Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde kalın bir ünlü varsa onu takip eden hecelerde de kalın ünlüler bulunur. Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde ince bir ünlü varsa onu takip eden hecelerde de ince ünlüler bulunur:



İlk hece
Sonraki heceler

(kalın) a, ı, o, u
(kalın) a, ı, u

(ince) e, i, ö, ü
(ince) e, i, ü




Kelebek, sağlamak, bütünleşme, getirenler, evlilik, açıklamalar, temizlik, karşılanmak, bölüm, tütün, göstermek.



Bu kurala uymayan kelimelerimizi yedi kümede toplayabiliriz:



1. Yabancı kökenli sözcükler:

kitap dünya

sandalye kafi

Ahmet mecburiyet

beraber Cumhuriyet

Not: Bu sözcüklere getirilen ekler, sözcüklerin son hecelerindeki ünlüye uyarlar:

kitaplar sandalyeler televizyonu



2. Çok az sayıda Türkçe sözcük:

anne (ana)

elma (alma)

kardeş (kardaş)

hani (kanı)

hangi (kangı)



3. Birleşik sözcükler:

çiçektozu

çokbilmiş

doğumevi

sabretmek

güneybatı

babayiğit

Not: birleşik kelimeler ek alacak olurlarsa, son hecelerine uyarlar:

Beyoğlu'na, güneybatıya, babayiğitler....



4. Sözcükler, hiç değişmeyen -ken, -ki, -yor, -leyin, -(ı)mtrak eklerini aldıkları zaman da büyük ünlü uyumuna uymazlar:

okurken

uyurken

çeviriyor

seviniyor

masadaki

okuldaki

sabahleyin

ekşimtrak

-daş eki de genellikle büyük ünlü uyumuna uymaz:

ülküdaş, gönüldaş, meslektaş, denktaş, emektaş...



5. Ki bağlacı, bazı sözcüklerde kalıplaşmış olarak kullanılır. Bu durumda , dünkü, bugünkü, gibi sözcüklerin dışında, ünlü uyumu kuralına uymaz; daima ki biçiminde kullanılır:

halbuki, mademki, oysaki, sanki, sonraki..



6. " L " ile biten yabancı kökenli sözcükler ek aldıkları zaman büyük ünlü uyumuna uymaz:

hal-i-ni

helal-i

ihtimal-e

intikal-i

amiral-e

petrol-den...



7. Son hecelerinde ince " a " bulunan bazı yabancı kökenli sözcükler de ünlü uyumuna uygun ek almaz:

kanaat-i

harf-i

harp harb-i

liyakat-i, liyakat-li, liyakat-siz

dikkat-i, dikkat-e

şefkat-i, şefkat-li



b) Küçük Ünlü Uyumu (Alm. Labialharmonie; Fr. harmonie labiale; İng. labial harmony): Bu uyumu iki madde halinde inceliyoruz:

1. Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde düz bir ünlü (a, e, ı, i) varsa onu takip eden hecelerde de düz ünlüler (a, e, ı, i) bulunur.



İlk hece
Sonraki heceler

a, e, ı, i
a, e, ı, i




Açık / beklemek / sevgili / erik / ırak / ileri / geri



2. Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde yuvarlak bir ünlü (o, ö, u, ü) varsa onu takip eden hecelerde ya düz-geniş (a, e) ya da dar-yuvarlak (u, ü) ünlüler bulunur:



İlk hece
Sonraki heceler

o, ö, u, ü
a, e, u, ü




Oduncu / ördek / uzun / uçak / söylemek / öpüş / ocak



Bu kurala uymayanları beş grup altında inceleyebiliriz:



1. İlk sesleminde düz ünlü bulunduğu halde onu izleyen seslemlerde yuvarlak ünlü bulunan Türkçe sözcükler:

avuç (avıç yerine), çamur (çamır yerine), yağmur (yağmır yerine), kavurmak.....

Not: Bu sözcüklerde / ı / ünlüsü, dudak ünsüzü olan / m / ve / b / ile diş-dudak ünsüzü olan / v / sesinin etkisiyle / u / sesine dönüşmüştür.



2. İlk sesleminde düz ünlü bulunduğu halde, onu izleyen seslemlerde yuvarlak ünlü bulunan yabancı kökenli sözcükler:

ampul, pantolon, anafor, amazon, anons, alüvyon....



3. Son sesleminde o, ö ünlüsü bulunan sözcükler:

konsolos, doktor, şoför, motor, profesör.....

Not: Bunların tümü yabancı kökenlidir.



4. ilk hecede yuvarlak ünlü bulunduğu halde, son hecede geniş-düz ünlü (a, e) yerine dar-düz ünlü (ı, i) bulunan yabancı kökenli kelimeler:

müzik, müfit, komik, mühim, ofis.....



5. Türkçede yalnız -(ı)yor eki küçük ünlü uyumuna uymaz:

al-ı-yor, gid-i-yor, gör-ü-yor, gül-ü-yor....



14. Uzun ünlü: Türkçede uzun ünlü yoktur. Buna karşılık Türkçeye girmiş yabancı kelimelerde uzun a, u, ı ünlüleri bol bol kullanılmaktadır:

fuzûlî âşikâr ârif kâtip sâdık askerî



ÜNSÜZLER



Ağız kanalında bir engele çarparak çıkan ve bir ünlünün desteği olmadan algılanamayan sese ünsüz (Alm. Konsonant; Fr. Consonne; İng. consonant) adı verilir.

Türkçede 21 ünsüz vardır:



b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, p, r, s, ş, t, v, y, z



ünsüzler, sestellerinin durumuna, çıkış yerlerine ve çıkış biçimlerine göre farklılık gösterir.



SES TELLERİNİN DURUMUNA GÖRE



Ünsüzlerden bazıları, sestellerinin titreşimli durumunda, bazılarıysa, sestellerinin durgun durumunda çıkarılır. Sestellerinin titreşimli durumunda çıkarılan ünsüzlere titreşimli ünsüz (Alm. Stimmhaft; Fr. Sonore, voisé; İng. voiced) denir. Titreşimli ünsüzler ötümlü ve yumuşak ünsüz olarak da adlandırılır.

Türkçenin titreşimli ünsüzleri şunlardır:

b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z



Ünsüzlerden bir bölümüyse sestellerinin durgun durumunda çıkarılır. Bunlara da titreşimsiz ünsüz (Alm. Stimmlos; Fr. Sourd, non-voisé; İng. Voice-less) adı verilir.

Ötümsüz ya da sert ünsüz adı da verilen titreşimsiz ünsüzler şunlardır:

ç, f, h, k, p, s, ş, t



ÇIKIŞ YERLERİNE GÖRE

Ünsüzler, çıkış yerlerine göre, yedi kümede toplanabilir:

Çift dudak ünsüzleri (Alm. Bilabial; Fr. Bilabiale; İng. bilabial): b, m, p

Bu üç ünsüz, alt ve üst dudakların birbirine değmesiyle çıkar. Bu nedenle, bunlara çift dudak ünsüzleri diyebiliriz.



Diş-budad ünsüzleri (Alm. Labiodental; Fr. Labiodentale; İng. Labio-dental): f, v

Bu ünsüzler, alt dudağın üst dişlere dokunması sonucu oluşurlar.



Dişeti ünsüzleri (Alm. Dental; Fr. Dentale; İng. dental): d, l, n, r, s, t, z

Dişeti ünsüzleri, dil ucunun üst dişetlerine yaklaşması sonucu çıkarlar.



Dişeti-damak ünsüzleri (Alm. Alveolar; Fr. Consonne alvéolaire; İng. alveolar):c, ç, j, ş

Dil ucunun üst dişetlerine ve sert damağa yaklaşmasıyla söylenirler.



Sert (ön) damak ünsüzleri (Alm. Vorderpalatal; Fr. Consonne prépalatale; İng. prepalatal): g, k, y

Dil ortasının sert damağa yaklaşmasıyla çıkarlar. Bu üç ünsüzden / y / ünsüzü ağız kanalında önemli bir engele çarpmadan çıktığı için yarı ünlü (Alm. Semivokal, halbvokal; Fr. Semi-voyelle; İng. Semi-vowel) sayılmaktadır.



Yumuşak (art) damak ünsüzü (Alm. Postpalatal; Fr. Postpalatale; İng. Postpalatal, velar): ğ

Bu ünsüz sızıcı ve ötümlü bir yumuşak damak ünsüzüdür. / y / sesi gibi yarı ünlü sayılır.

Tek seslemli sözcüklerin sonuda (çağ, dağ, bağ....) çok seslemli sözcüklerin ilk sesleminde bulunur (ağda, dağlamak, uğramak, doğru, sağlam.....) ve kesinlikle bir ünlüden sonra gelir. Bu durum 'ğ’nin değişik söyleyiş biçimleri yaratmasına yol açar.



Gırtlak ünsüzü (Alm. Laryngal, glottal; Fr. Laryngale, glottale; İng. Laryngal, glottal): h

Bu ses, ağız boşluğunda değil, gırtlakta oluşur.



ÇIKIŞ BİÇİMLERİNE GÖRE

Ünsüzler çıkış biçimlerine göre altı kümede toplanabilir:

Kapanma ünsüzleri:

Ses yolunun bir anlık kapalı duruma girmesi sonucu çıkan ünsüzlerdir: b, d, g, k, p, t

Bu ünsüzler aynı zamanda patlayıcı ünsüz sayılmaktadır.



Kapanma, sürtünme ünsüzleri:

Ses yolununda sürtünmeyi andıracak biçimde çıkan ünsüzlerdir: ç



Daralma ünsüzleri:

Ağız kanalının çeşitli yerlerinde oluşan bir daralma ya da hafif bir kapanma sonucunda çıkan ünsüzlere denir. Daralma ünsüzleri şunlardır: f, ğ, h, j, s, ş, v, y, z

Bu ünsüzlere sızıcı ünsüz de denir.



Burun ünsüzleri:

Yumuşak (art) damağın alçalması, ses yolundan gelen havanın hem ağza hem de burna geçirilmesi sonucu oluşan ünsüzlerdir: m, n



Yan ünsüzler:

Dil ucunun ya da dil sırtının damağa değmesi ve havanın böylece ortaya çıkan engelin yalnız bir yanından ya da her iki yanından birden çıkmasıyla oluşan ünsüzdür. l



Çarpmalı (vurmalı) ünsüz:

Dil sırtının geriye doğru kabarıp kenarları sert damağa yaklaştığı sırada dil ucunun dişetlerine hafifçe çarpması sonucu oluşan / r / ünsüzüne denir.



ÜNSÜZLERDE SES OLAYLARI



1. Sözcük başında bulunmayan ünsüzler: Yansıma sözcüklerin dışında, f, ğ, h, l, m, n, r, z sesleriyle sözcük başlamaz.

Türkçede / n / sesiyle başlayan tek sözcük ne soru adılıdır. Nasıl sözcüğü ne ile asıl, niçin sözcüğü ne ile için sözcüklerinin kaynaşmasıyla oluşmuştur.

Türkçe / h / ile başlayan birkaç sözcük vardır: Hangi, hevenk, höyük, hörgüç. Sözcük başında / c / ve / v / ünsüzlerine de pek az rastlanır.



2. Kök sözcüklerden iki ünsüzün yan yana gelmesi: Yansıma sözcüklerin dışında kalan yalın durumdaki Türkçe sözcüklerde genellikle iki ünsüz yan yana gelmez.

Türkçede kelime sonunda sadece şu çift ünsüzler bulunabilir:

lç, lk, lp, lt (ölç, kalk, alp, alt, ilk, ülkü, altı, altın vb.)

nç, nk, nt (sevinç, denk, ant, dinç, vb.)

rç, rk, rp, rs, rt (sürç, ürk, kork, sarp, pars, yırt, Türk, Kurt, turp, borç vb.)

st (üst, ast vb.)

şt (hişt vb.)

yt (heyt vb.)

Bu sözcüklerde, örneklerden de anlaşılacağı gibi, ilk sesler titreşimli ve sızıcı n, r, l, s ünsüzleridir.

Bazı eylemlerin köklerinde de çift ünsüz görülür:

Ürk-, yırt-, silk-........

Türkçede sözcük başında da iki ünsüz yan yana gelmez. Bunun istisnası da yoktur. O kadar ki, çift ünsüzle başlayan bazı yabancı sözcükler yazı dilinde bile başlarına bir ünlü alarak seslem bölünmesine uğrar:

Station > istasyon

Statistique > istatistik

Slav > İslav



3. Ünsüz Benzeşmesi: Bir sözcükteki ünsüzler arasında görülen benzeşme olayına ünsüz benzeşmesi (Alm. Konsonantenharmonie; Fr. Harmonie consonantique; İng. Consonant harmony) denir.

Ünsüz benzeşmesi aşağıdaki biçimlerde görülür:

Titreşimsiz ç, f, h, k, p, s, ş, t ünsüzlerinden biriyle biten bir sözcüğe titreşimli c, d, g ünsüzlerinden biriyle başlayan bir ek getirilirse , bu ünsüzler ç, t, k seslerine dönüşür:



-cı (-ci,-cu,-cü)

Bıçak-çı

Çift-çi

Top-çu

Gözlük-çü
-dık (-dik,-duk,-dük)

Yat-tığım yatak

İç-tiği su

Tut-tuğu ev

Dök-tüğü ter
-gı (-gi,-gu,-gü)

Bas-kı

İliş-ki

Tut-ku

Çeliş-ki

-ca (-ce)

Ahlak-ça

Çocuk-ça

Yavaş-ça

Büyük-çe
-daş (-deş)

Meslek-taş

Yurt-taş

Denk-taş

Kök-teş
-gan (-gen)

Çalış-kan

Somurt-kan

Dövüş-ken

Et-ken




Bu ünsüz benzeşmesi sözcük içinde de görülür:

As-tır-dı

Pekiş-tir-di

Görüş-tür-dü

Ünsüz uyumu kuralı, yalnız yapım ekleri için değil; ad durumu eklerinden –da, -dan; eylem çekim eklerinden –dı (-di,-du, -dü) ve –dır (-dir, -dur, -dür) koşacı için de geçerlidir. Bu ekler, titreşimsiz bir ünsüzle biten sözcüklere getirildiğinde sırasıyla –ta (-te), -tan (-ten), -tı (-ti, -tu, -tü) ve –tır (-tir, -tur, -tür) olur.

Bu kurala uymayan ekler de vardır: -ken, -ki, -tı.

Akarken onunki inilti

Uyuken bizimki gürültü



4. Ünsüz düşmesi: Ünsüz düşmesi üç biçimde görülür:

· Küçültme ekleri –cık,-cak’tan önceki / k / ünsüzü düşer:

-cık:

küçük küçücük

yumuşak yumuşacık

alçak alçacık

sıcak sıcacık

-cak:

büyük büyücek

çabuk çabucak

sağlık sağlıcak



· Yalnızca konuşma sırasında ünsüz düşmesi olur. Bu düşme yazı diline yansımaz:



YAZILIŞ
SÖYLEYİŞ

Bir şey

Bir tane

Bir lira

Böyle

Tabakhane

Yetimhane

Serbest

Çiftsayı
Bi şey

Bi tane

Bi lira

Bö4e

Tabakane

Yetimane

Serbes

çifsayı




Örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu tür ünsüz düşmesi, genellikle, sözcüğün seslem sayısını değiştirmez.



· Bazı önadlardan eylem türetilirken önadın son sesi ünsüzse düşer:

Alçak > alçal-

Büyük > büyü-

Soğuk > soğu-

Yumuşak >yumuşa-



5. Ünsüz değişimi: Türkçede, sözcük sonunda yer alan ünsüzlerden biri, çeşitli nedenlerden değişerek bir başka ünsüze dönüşür. Buna ünsüz değişimi (Alm. Lautverschiebung; Fr. Mutation consonantique; İng. Consonant mutation) denir.

Türkçede ünsüz değişimi, aşağıdaki şekillerde olur:



· Türkçe sözcüklerin sonunda b, c, d, g ünsüzleri bulunmaz. Onların yerine p, ç, t ,k, ünsüzleri bulunur. O kadar ki, Türkçeye başka dillerden girmiş bu ünsüzlerle biten sözcükler değişikliği uğramıştır. Bu değişiklik sonunda, sonlarındaki b, c, d, g , ünsüzleri, sırasıyla p, ç, t, k olmuştur.



Kitap > kitab feryad >feryat

Cevab > cevap ferd >fert

Muhtac > muhtaç reng > renk



Türkçeye başka dillerden girmiş sözcüklerden bazıları bu kurala uymaz. Örneğin, Batı kökenli diyalog, sosyolog, brifing...gibi sözcüklerin sonundaki / g / sesi, / k / olmaz. Buna karşılık, Farsçadan gelen aheng, reng sözcükleri , ahenk, renk olmuştur.



· Türkçede, sözcük sonundaki p, ç, t, k ünsüzleri, iki ünlü arasında yumuşayarak b, c, d, ğ ‘ye dönüşür.

Yaprak : yaprağı, yaprağa, yaprağın

Ağaç : ağacı, ağaca, ağacın



Ancak, özellikle tek seslemli bazı Türkçe sözcüklerde son seste bir değişiklik olmaz.

Ac - açı (doyurmak) çap- çapı

İç – içi kaç – kaçı

Piç – piçi küp – küpü

İt – iti konut – konutu

Erk – erki aygıt - aygıtı



Türkçeye yabancı dillerden geçmiş bazı sözcüklerde de p, k, t sesleri yumuşamaz, aynı kalır:

Adalet – adaleti halk – halkı

Ayet – ayeti sirk – sirki

Cemaat – cemaati bank – bankı

Aşk – aşkı frak – frakı



· Türkçede, bazı birleşik eylemler, ayrı yazıldıkları halde, sanki tek sözcükmüş gibi söylenirler. Bu durumda, ilk sözcük p, ç, t, k ünsüzleriyle bitiyor, eylem de ünlüyle başlıyorsa bu ünsüzler, yapılan ulama nedeniyle, yine b, c, d, ğ gibi çıkarlar:

Tahrip etmek : tah-ri-bet-mek

Sahip olmak : sa-hi-bol-mak

Çorap örmek : ço-ra-bör-mek

Yalnız sözlü iletişimde görülen bu değişiklik yazı diline yansımaz.



· Tümce içinde de ulama sonucu aynı ses değişimi olur:

Geziye giderken yanına kitap almayı unutma.

(Geziye giderken yanına kita-balmayı unutma.)

Başıma çorap örmekten vazgeç.

(Başıma çora-börmekten vazgeç.)



· / ğ / sesi, /o/ ve /ö/ ünlülerinin etkisiyle, kolaylıkla /v/ sesine dönüşür:

Döğmek : dövmek

Koğmak : kovmak

Oğmak : ovmak

Söğmek : sövmek

/ğ/ sesi, konuşma dilinde / e / ve / i / ünlülerinin etkisiyle / y / sesine de dönüşür:

eğil- : eyil-

beğen- : beyen-

öğle : öyle

siğil : siyil



· Sözcük sonunda / n / den sonra gelen / ç / sesi, ünlüyle başlayan bir ek getirildiğinde, / c / sesine dönüşür:

Genç : genci

Konç : koncu

Tunç : tuncu



Eylemden –nç ekiyle türetilen sözcüklerin sonuna ünlüyle başlayan bir ek getirildiğinde de / ç / sesi / c / olur:

Basınç : basıncı

Sevinç : sevinci

Korkunç : korkuncu



· Sonunda –nk bulunan sözcük, ünlüyle başlayan bir ek aldığında bu / k / ses / g / olur:

Cenk : cengi

Denk : dengi

Renk : rengi



· Titreşimsiz ünsüzle biten köke ünlüyle başlayan yapım eki getirilince iki ünlü arasında kalan titreşimsiz ünsüz değişir:

Aç+ık- : acık-

Geç+ik- : gecik-

Genç+el- : gencel-



6. Ünsüzlerin ünlülere etkisi (ünsüz darlaşması): Türkçede, ünlüler ünsüzleri değiştirdiği gibi, ünsüzler de ünlüleri değiştirir. Örneğin, şimdiki zaman eki –yor, a, e ünlüleriyle biten eylem kök ve gövdelerine getirildiğinde / y / sesi bu ünlüleri değiştirir. Bir başka deyişle, / y / sesi, geniş ünlüyü dar ünlüye dönüştürür.



a. Bu değişiklikler sonucu a ünlüsü / ı / ya da / u / olur:

başla-mak : başlıyor

anla-mak : anlıyor

sula-mak : suluyor



b. Bu değişik sonucu e ünlüsü de / i / ya da / ü / ye dönüşür:

Gizle-mek : gizliyor

Mele-mek : meliyor

Söyle-mek : söylüyor

Bazı sözcükler, konuşma dilinde, yine / y / sesinin etkisiyle yazıldıkları gibi söylenmeyebilir:



YAZILIŞ
SÖYLENİŞ

Ağlayan
Ağlıyan

Ağlayarak
Ağlıyarak

Söyleyelim
Söyliyelim

Söyleye söyleye
Söyliye söyliye




Daha çok eylem kök ve gövdelerinde görülen ve / y / den kaynaklanan bu ses değişmeleri diğer sözcükler için de geçerlidir:



YAZILIŞ
SÖYLENİŞ

Buraya
Burıya

Şuraya
Şurıya

Oraya
Orıya

Ortaya
ortıya




7. Ünsüz türemesi: Sayıları çok olmamakla birlikte, bazı Türkçe ve yabancı sözcüklerde ünsüz türemesi olayıyla da karşılaşılır. Ünsüz türemesi de, ünlü türemesi gibi, üç biçimde ele alınır:



· Öntüreme (Alm. Prothese; Fr. Prothèse; İng. prothesis):

Türkçe sözcüklerde ünsüz türemesi sözcük başında görülür:

Örgüç : hörgüç

Öveng : hevenk

Öyük : höyük

Urmak : yurmak

Ilan : yılan



· İçtüreme (Alm. Epenthese; Fr. Épenthèse; İng. epenthesis):

Europe : Avrupa

Équateur : ekvator

Laboratoire : laboratuvar

Conservatoire : konservatuvar

Acaib : acayip

Zaif : zayıf



· Sontüreme (Alm. Epithesis; Fr. Épithèse; İng. epithesis):

Bazı yabancı sözcükler, aslında çift ünsüzle yazıldıkları halde, Türkçede bu ünsüzlerden birini kaybederler. Bu tür sözcükler, ancak ünlüyle başlayan bir ek aldıkları zaman, yitirdikleri ikinci ünlüleri ortaya çıkar. Türkçe açısından, bu bir sontüreme sayılır:

Af :affı

Hal : halli

Had : haddi

Ret : reddi

Sır : sırrı

Türkçede de ya sözcüğü sontüremeyle yay olmuştur.



8. Koruma ünsüzleri: Türkçede iki ünlü yan yana gelmez. Bu nedenle ünlüyle biten bir sözcüğe ünlüyle başlayan bir ek getirlirse, araya –y, -n, -s, -ş ünsüzlerinden biri girer. Bu ünsüzlere koruma ünsüzleri (Alm. Eigeschalteter euphonischer konsonant; Fr. Consonne intercalaire euphonique; İng. İntervocalic euphonic consonant) adı verilir.

Bu dört ünsüzden hangisinin nerede kullanılacağı kesin olarak bellidir.

· / y / koruma ünsüzü: Bu ünsüz, / n / koruma ünsüzünün kullanılamadığı durumlarda, koruma ünsüzü olarak iki ünlü arasına girer:

komşu-y-u

masa-y-ı

pencere-y-i

Ayşe-y-i

Bu koruma ünsüzü, bazen ünlüyle biten bir sözcüğe ünsüzle başlayan bir ek getirildiği zaman da kullanılabilir:

Hasta-y-mış (hasta+imiş yerine)

Hasta-y-dı (hasta+idi yerine)

Hasta-y-sa (hasta+ise yerine)

Hasta-y-ken (hasta+iken yerine)

Görüldüğü gibi, bu durumlarda / y / koruma ünsüzü, aslında ünlü çatışmasını önlemektedir.



· / n / koruma ünsüzü: belirtili ad tamlamasında, tamlayan, ünlüyle sona eriyorsa, bu ünlüyle ek arasına / n / ünsüzü gelir:

Ali-n-in

Ayşe-n-in

Ankara-n-ın

Ünlüyle sona eren tüm sözcüklerin sonuna gelebildiğine göre, bu koruma ünsüzünün kullanım alanı çok geniştir.

Bu -n- sesinden başka bir de adıl n’si vardır.

Bazı adıllarla ad durum eki arasına ya da üçüncü kişi iyelik ekiyle ad durumu eki arasına giren / n / sesine adıl ne’si (Alm. Pronominal n; İng. Pronominal n) denir.

Adıl n’si aşağıdaki durumlarda kullanılır:

1. Üçüncü kişi adılına (o adılına) ad durumu ekleri getirileceği zaman adılla ek arasına / n / koruma ünsüzü girer:

o-n-u

o-n-a

o-n-dan

o-n-un

2. Kendi adılıyla ad durumu ekleri arasına girer:

Kendi-n-i

Kendi-n-e

Kendi-n-de

Kendisi-n-e

3. İşaret adıllarıyla ad durumu ekleri arasına girer:

Bu-n-u

o-n-da

bu-n-dan

şu-n-lara

bu-n-lardan

4. -ki ekiyle durum ekleri arasına girer:

benimki-n-i

seninki-n-i

onunki-n-de

5. Üçüncü kişi iyelik eki almış sözcüklerle ad durumu ekleri arasına yine / n / koruma ünsüzü girer:

Çantası-n-ı

Cebi-n-de

Eli-n-i

Gözleri-n-i

Görüldüğü gibi, adıl n’si farklı olarak, ünlüyle ünsüz arasına da girebilmektedir.



· / s / koruma ünsüzü: Üçüncü kişi iyelik eki, ünlüyle biten bir sözcüğün sonuna geliyorsa, araya / s / ünsüzü girer:

Ali’nin sıra-s-ı

Boğaziçi köprü-s-ü

Masa örtü-s-ü

Soğan koku-s-u

Bu kural yalnız su ve ne sözcüklerinde bozulur, araya / s / yerine / y / ünsüzü girer:

Su-y-um

Su-y-un

Ne-y-im

Ne-y-in

Neyi yerine bazen nesi biçiminin kullanıldığı da görülür:

Kim nesini almış, nesi var, nesi yok (F.H. Dağlarca)



· / ş / koruma ünsüzü: Ünlüyle biten sayı adlarına paylaştırma (üleştirme) kavramı veren –ar (-er) eki getirilirken iki ünlü arasına bu kez de / ş / koruma ünsüzü girer:

iki-ş-er altı-ş-ar yedi-ş-er



9. Benzeşme: Türkçenin ses yapısını etkileyen inceleyegeldiğimiz ses olaylarına her dilde rastlanır. Bu ses olaylarının temel amacı, konuşma sırasında sözcüğün kolayca söylenmesini sağlamaktır. Söyleyişi kolaylaştırmaya yönelik bu ses değişmelerini belirleyen kurala en az çaba kuralı (Alm. Geringst anstrengung; Fr. Loi du moindre effort; İng. Least effort) denir.

Bu kurala uyan ses olaylarından en yaygını benzeşme (Alm. Angleichung; Fr. Assimilation; İng. assimilation) adı verilen bir sözcükte bir sesin başka bir sesi kendine benzetmesi olayıdır. Benzeşme iki biçimde olabilir:



1. Tüm benzeşme: Bir sesin her bakımdan değişerek bir başka ses dönüşmesi olayına tüm benzeşme (Alm. Totale angleischung; Fr. Assimilation totale; İng. Total assimilation) denir. Tüm benzeşme hem ünlülerde hem de ünsüzlerde görülür. Tüm ünsüz benzeşmesi yalnızca konuşma dilinde kendini göstermektedir:

Anlatmak : annatmak

Bunlar : bunnar

Onlar : onnar

Yalnız : yannız



2. Yarı benzeşme: Bir sesin yalnızca bazı nitelikleri açısından başka bir sese benzer duruma gelmesine yarı benzeşme (Alm. Unvollstandige angleichung; Fr. Assimilation partielle; İng. Partial assimilation) adı verilir.

Örneğin; aşağıdaki sözcüklerde görülen yarı benzeşme, b-p, d-t, m-n, c-j seslerindeki ortak niteliğe dayanmaktadır. Bunlardan b-p çift dudak ve kapanma; d-t dişeti ve yine kapanma; m-n burun; c-j ise, dişeti-damak ünsüzleri olarak ancak nitelikleri bakımından birbirine benzemektedir:

Abdest : aptes

Çenber : çember

Anbar : ambar

Cübbe : cüppe

Tesbih : tespih

Yarı benzeşme konuşma dilinde de rastlanır:

Binbeşyüz : bimbeşyüz

Binbir : bimbir

Onbir : ombir



Şimdiye değin verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi, benzeşme iki yönlü oluşmaktadır:



· İlerleyici benzeşme (Alm. Progressive assimilation, progressive angleichung; Fr. Assimilation progressive; İng. Progressive assimilation), etkileyen sesin sözcük içinde etkilenen sesten önce gelmesiyle oluşan benzeşmedir:

Bunlar : bunnar

Motör : motor

Müfti : müftü

Şemsiye : şemşiye



· Gerileyici benzeşme: Sözcük içinde çıkış yeri sonra olan bir sesin, çıkış yeri önce olan sesi etkilemesiyle oluşan benzeşmeye de gerileyici benzeşme (Alm. Regressive assimilation, regressive angleichung; Fr. Assimilation régressive; İng. Regressive assimilation) denir. Örneğin, o bir sözcükleri çıkarılırken önce / i / nin etkisiyle / o / sesi / ö / olmuş; sonra da, öbür sözcüğü oluşmuştur. / i / sesi, kendinden önceki / o / sesine kendine benzettiği yani ön ünlüye çevirdiği için bu bir gerileyici benzeşmedir.

Aşağıdaki sözcükler de birer gerileyici benzeşme görülür:

Bu ile : böyle

Şu ile : şöyle

Pantalon : pantolon

Asker : esker

Yatsı : yassı



10. Aykırılaşma: Aykırılaşma tam tersine, kimi zaman bir sözcükteki aynı ya da benzeri seslerden biri değişikliğe uğrar. Bu değişikliğe de aykırılaşma (Alm. Dissimilation, entahnlichung; Fr. Dissimilation; İng. dissimilation) adı verilir:

Aşçı : ahçı

Muşamma : muşamba

Kibrit : kirpit

Makkap : matkap



11. Göçüşme (yer değiştirme): Sözcük içinde bazı seslerin yer değiştirmesi olayına göçüşme (Alm. Metathesis; Fr. Métathèse; İng. metathesis) adı verilir.

Yaprak : yarpak

Toprak : torpak

Çömlek : çölmek

Yalnız : yanlız
Cevapla
#3

(TÜRK DİLİ III. BÖLÜM)



SÖZCÜK / KÖK / EK

KELİME NEDİR?

Kelime, anlamı veya görevi bulunan ve tek başına kullanılabilen ses veya sesler topluluğudur. Kelimeler anlamlı veya görevli dil birlikleridir. Kelimelerin genellikle anlamları vardır . dışarıda bir varlığı, bir nesneyi bir hareketi karşılarlar. Kelimeyi okuduğumuz veya duyduğumuz zaman o varlık veya hareket gözümüzün önünde canlanır: kitap, daktilo, koyun, kuzu, cetvel, koşmak , yazmak...

Ancak, anlamı bulunmayan kelimeler de vardır: gibi, ile , ve , için , fakat, ama, kadar vb. Bunların anlamları yoktur ve hiç bir varlığı veya hareketi karşılamazlar. Cümlede anlamlı kelimelerle birlikte kullanılırlar. Onların manalarına yeni ifadeler katarlar: aslan gibi, onun için gelmiştim, sabaha kadar ağladı örneklerinde olduğu gibi.

Kelimeden küçük ses birlikleri olan sesler, heceler, ekler ve bazı kökler tek başlarına kullanılamadıkları halde kelimeler tek başlarına kullanılırlar.

Kelimeler yapı bakımından ses veya ses topluluklarıdır. Tek sesli kelimelerin sayısı azdır. Türkçede tek sesli sadece iki kelime vardır: a, o (a birader, o kişi örneklerinde olduğu gibi .) Bunlara “e” ünlemini de dahil edebiliriz: e kardeşim!.



KÖKLER

1- Kökler, kelimelerin anlamlı parçalarıdır. Meselâ bakış kelimesinde bak köktür. Bakma işinin anlamı bak kökü üzerindedir. Buradan bakma işi anlamını çıkarıyoruz.

2- Kökler, kelimelerin parçalanamayan kısımlarıdır. Meselâ bak kökü daha fazla parçalanamaz. Parçalanırsa bakmakla ilgili anlamı ortadan kalkar.

3- Kökler varlıkların ve hareketlerin yalın karşılıklarıdır. Onları bir zaman, şahsa bağlamazlar, soyut olarak ifade ederler.

4- Kökler, kelimelerin çekirdekleridir. Meselâ gözlemek, gözlem, gözcü, gözcülük, gözlük kelimeleri hep göz kökünden türetilmiştir.



GÖZ= gözlemek, gözlem, gözcü, gözcülük, gözetmen, gözlük, gözlükçü, gözlükçülük, gözlü, gözsüz.....



5- Her varlık veya hareket için dilde bir kök yoktur. Birbirine yakın varlık veya kavramlar aynı kök etrafında yapılan kelimelerle karşılanır. Meselâ ver kökünden vergi, verim, verimli, verecek, verimlilik gibi.

6- Kökler eskiden beri var olan ve sonradan yapılamayan dil birlikleridir. Yeniden kök yapılamaz. Ancak yabancı dillerden yeni kökler alınabilir. Radyo-cu, radyo culuk vb.

7- Dilde iki çeşit kök vardır: isim kökleri, fiil kökleri. Çünkü kâinatta iki çeşit varlıktan söz edebiliriz:

A- Nesne

B- Hareket



İnsan, hayvan, bitki, dağ, orman, taş, toprak, duygu, akıl, hastalık vb. nesnelerdir. Bunların gelmesi, gitmesi, yanması, büyümesi, tükenmesi vs. Hareketlerdir. İşte nesneler isimlerle, hareketlerle fiillerle karşılanmaktadır.



EKLER



1- Eklerin tek başına anlamı yoktur. Kelimelerin görevli parçalarıdır. Meselâ babam, odunluk, tatlı kelimelerindeki –m,-luk, -lı eklerinin tek başına anlamı yoktur.

2- Ekler tek başlarına kullanılamazlar, ancak köke eklenerek kullanılış sahasına çıkarlar.

3- Kökler kelimede kendisine uyulan, ekler ise köke uyan unsurlardır. Bu sebeple eklerin büyük bir kısmı çok şekillidir. Çok şekillilik bakımından ekler dilimizde ya bir şekilli , ya iki şekilli ya dört şekilli ya da sekiz şekillidir:

Bir şekilli: -m (masa-m),

İki şekilli: -an, -en (koşan, gelen),

Dört şekilli: -ıp, -ip, -up, -üp (alıp, verip, koşup, görüp),

Sekiz şekilli: -dı, -di, -du,-dü,-ti,-tı,-tu,-tü (yazdı, geldi, durdu, gördü, attı, gitti, sustu, düştü),

4- Ekler fazla uzun olmazlar. Tek ses halinde olabildiği gibi iki heceli de olabilirler. Üç heceli eklerimiz azdır: sarı-mtırak gibi.

5- Türkçede ekler ya eskiden beri ek olarak vardır ya da iki ek veya kelimenin ekleşmesinden meydana gelmişlerdir. Meselâ gelmeli kelimesindeki –meli eki –me ve –li eklerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.

6- Dilde iki türlü ek vardır:

A. Yapım ekleri: Kökün veya kelimenin anlamında değişiklik yapan eklerdir. Bunlar eklendikleri kökten yeni bir kelime meydana getirirler. Meselâ Türk kelimesinden –çe ekiyle Türkçe kelimesi yapılmıştır. Türk bir milletin adı, Türkçe o milletin dilinin adıdır. Dört çeşit yapım eki vardır:

1. İsimden isim yapma ekleri: İsim kök veya gövdelerinden yeni isimler yapan eklerdir: yıl-lık, köy-lü, balık-çı, kuzu-cuk, ev-cil vb.

2. İsimden fiil yapma ekleri: Isim kök veya gövdelerinden fiil türeten eklerdir: gece-le-mek, duru-l-mak, tür-e-mek, boz-ar-mak vb.

3. Fiilden isim yapma ekleri: Fiil kök veya gövdelerinden isim türeten eklerdir: aç-mak, gel-me, düş-üş, geç-im, düş-kün, sırıt-kan vb.

4. Fiilden fiil yapma ekleri: Fiil kök veya gövdelerinden fiil yapan eklerdir: al-ın-mak, gül-üş-mek, yat-ır-mak vb.

B. Çekim ekleri: Kökün veya kelimenin anlamında değişiklik yapmayıp kelimeleri kullanılış sahasına sokan eklerdir. Çekim ekleri anlama etki etmezler, köke ve kelimeye yeni bir anlam katmazlar. Fakat bir ifade katarlar. Bu ifade öteki kelimelerle münasebet ifadesidir. “Ev-den geldim.” Cümlesindeki –den eki münasebet ifadesidir ve evin anlamını değiştirmemektedir.



İSİM ÇEKİM EKLERİ



1. Çoğul eki: İsimlerin çokluk şekillerini ifade eder: -lar, -ler: kitap-lar, çocuk-lar, araba-lar, ev-ler, gece-ler, sergi-ler vb....

2. Iyelik ekleri: “İye” Türkçede “sahip” anlamına gelir. İyelik ekleri ismin karşıladığı nesnenin bir kişiye veya nesneye ait olduğunu gösteren çekim ekidir. Bunlar nesneyi nesneye, yani ismi isme bağlayan eklerdir. İyelik ekleri altı şahsa göre çekimlenebilmektedir: yani getirildikleri isimlerin ben, sen, o ,biz, siz, onlar şeklindeki sahipliklerini ifade ederler.

Baba-m defteri-m

Baba-n defter-in

Baba-sı defter-i

Baba-mız defter-imiz

Baba-nız defter-iniz

Baba-ları defter-leri



3. Hal ekleri: Bu ekler ismi bazen isme, bazen fiile bazen de edata bağlar:

Okul-a gitti. Evden gelmiş. (fiile bağlamış)

Kitab-ın kapağı bahçe-nin yolu (isme bağlamış)

Orman-a karşı sen-in kadar (edata bağlamış)

Türkçedeki isim hal ekleri şunlardır:



a. Yalın hal: İsmin başka bir kelimeye bağlı olmadığını gösteren haldir. Tekil, çoğul ve iyelik şekli yalın haldir: okul, baba-sı, yollar.. okul teklik yalın hali, yollar çoğul yalın hali, babası iyelik yalın halidir. Demek ki, yalın hal isimlerin hal eki getirilebilen şekilleridir.

b.

c. İlgi hali: (-ın, -in, -un, -ün, -nın, -nin, -nun, -nün)

Çocuğ-un defter-in

Evler-in anne-nin

Yol-un masa-nın

Yokuş-un akıl-ın

Onlar-ın uykusu-nun



d. Yükleme hali: (-ı, -i, -u, -ü)

Kapı-yı taşlar-ı

Babam-ı göz-ü

Yol-u sözlerim-i



ç. Yönelme hali: (-a, -e)

okul-a bakkal-a

dağlar-a biz-e



e. Bulunma hali: (-da, -de, -ta, -te)

Ev-de çocuk-ta

Tepeler-de akıl-da



f. Ayrılma hali: (-dan, -den, -tan, -ten)

Karşı-dan soy-dan

Biz-den türk-ten

Çiçek-ten bilenler-den



g. Beraberlik hali: (-la, -le)

Gönül-le kalbimle

Araba-y-la ekmek-le



h. Eşitlik hali: (-ca, -ce, -ça, -çe)

İnsan-ca on-ca

Ben-ce ardın-ca



i. Direktif hali: (-ra, -re, -arı, -eri)

Son-ra iç-eri

Dış-arı il-eri



4. Soru eki: ( mı, mi, mu, mü)

Okul mu çocuk mu

Öğrenciler mi rüya mı



TÜRKÇEDE YENİ KAVRAMLARI KARŞILAMA YOLLARI



Türkçede yeni varlıkları ve kavramları karşılamak için birkaç yol vardır. İhtiyaç hasıl olduğunda bu yollardan birine baş vurulmaktadır.



A. KELİME TÜRETMEK

Türkçenin en tabii, en işlek, en geniş yeni kelime kazanma yoludur. Kelime türetmek köklerden yapım ekleri ile görevden yapmak demektir. Eklemeli bir dil olan Türkçenin çok zengin bir kelime yapma mekanizması vardır. Türkçenin her tipte pek çok olan yapım ekleri ile sayısız kelimeler yapılabilir. Türkçenin bu imkânı her zaman açıktır. Ancak bu imkânın iyi, doğru ve yerli yerinde kullanılması gerekir. Bu husustaki ölçü yeni yapılan kelimede hiç bir sunilik bulunmaması, hissedilmemesidir. Böyle bir kelimeyi ilk defa elbette bir şahıs yapmış ve dile sürmüştür. Fakat kaidelere ve şartlara öyle uygun yapılmıştır ki, herkes onun yeni değil eskiden beri var olan bir kelime olduğunu zanneder. Demek ki, yeni kelimenin sağlam olması için dilde yadırganmaması, yapma hissini uyandırmaması, tereddütler yaratmaması, itiraz ve isyan sesleri doğurmaması gerekir. Dil, onu sanki kendiliğinden ortaya çıkarmış gibi olmalıdır.

Türemiş kelimeler, bir kelime kökü ile bir veya birkaç yapım ekinden meydana gelir. Çekim sırasında yeni kelimeler meydana getirilirken, kök asla değişmez. Kelime kökünden önce, başka dillerde olduğu gibi ön ekler getirilmez. Dilimizde kelime türetmesi ancak köklerin sonuna birtakım ekler getirilmek suretiyle yapılabilir.

Kelime kökleri isim veya fiil olduğuna göre, türetme ekleri isme ilave edilenler ve fiile getirilenler olmak üzere iki büyük bölüme ayrılırlar. Sonra bunlar, meydana getirdikleri kelimenin isim veya fiil oluşlarına göre de ikiye bölünürler. Böylece kelime yapma ekleri;



a. isimden isim yapma ekleri

b. isimden fiil yapma ekleri

c. fiilden isim yapma ekleri

d. fiileden fiil yapma ekleri

olarak dört gruba ayrılır.

Ekler ayrıca, işlek (canlı), az işlek ve işlek olmayan olmak üzere üçe ayrılırlar. Bir dilde yeni kelimeler ancak canlı eklerle meydana getirilebilirler. Bu durum dil ilminin değişmez prensibidir. Bazen az işlek bir ekin canlılık kazandığı görülebilir. Fakat bu nadir bir haldir ve şahısların eseri değildir. Halkın bilmeden fark etmeden yaptığı, dil kanunlarına uygun olarak kendiliğinden meydana gelen bir keyfiyettir.

Yeni teşkil edilen kelimeler dil kurallarına uygun oldukları yani canlı eklerle ve ekin fonksiyonu ile manasına aykırı olmadan meydana getirildikleri takdirde doğrudurlar.



B. KELİME GRUBU YAPMAK

Dilde yeni kavramları karşılamanın bir yolu da kelime grubu yapmaktır. Bu yol, dilde var olan kelimelerden bir terkip yaparak yeni ihtiyaçları karşılama yoludur. Bu yol, dilin yeni kavramları karşılamada kullandığı çok tabii ve güzel bir yoldur. Ancak bunda varlığı veya kavramı tek kelime ile değil, birden fazla kelime ile ifade etme durumu vardır. Tabii her nesne de böyle iki kelime ile karşılanmaya uygun olmayabilir. Onun için kelime grubu yapma yolu, imkânları geniş olmayan bir yoldur:

Demiryolu bilirkişi uçaksavar gecekondu su yılanı

Başkent olağanüstü bilgisayar sivrisinek ses uyumu



C. YABANCI KELİME ALMAK

Yabancı kelime almak yeni bir nesnenin veya kavramın, geldiği yerden ismini de beraber almak demektir. Alınan yabancı kelime ya dilde karşılığı hiç olmayan kelimedir ya da dilde karşılığı olan fazladan bir kelimedir.

Birinci halde, yeni bir nesne veya kavramla karşılaşılır. Dilde onun kelimesi yoktur. Bu durumda ilk tabii yol onun ismini de beraber almaktır:

Ayet gazel cami otomobil radyo telefon

Televizyon motor banka posta telekom

Özellikle eşyaların beraberinde getirdiği kelimelerin dile süratle girme ve yayılma gücü vardır. Eğer adını önceden hazırlamamış ve o adla girişi sağlamamışsanız, eşyanın kendi kelimesini beraber getirmesine engel olamazsınız. Zaten hazırlıklı olmak da kolay değildir. Yenilik ve kelime çok defa dili ansızın bastırır.

İkinci olarak dilde, karşılığı mevcut olsa da yine fazladan kelime girebilir. Böyle kelimelerde çeşitli etkenler rol oynar. Bunların başlıcaları çeşit ve değişiklik arzusu, özenme, taklit, nüans, kısalık, yaygınlık, kibarlık ve tesadüf olarak sıralanabilir. Fakat hepsinin ortak bir sebebi vardır ki o da kültür ilişkileri, dil alış-verişleridir. Kültür ve medeniyet tesirlerinden kaçmak mümkün değildir. Şüphesiz en iyisi bir dilin kendi kaynağından beslenmesidir. Ancak dile yabancı kelime girmiş diye yakınmaya da lüzum yoktur. Yabancı kelime almak değil, yabancı gramer kuralı almak tehlikelidir.

Esasen yüzde yüz saf dil yoktur. Dillerde yabancı asıllı kelimeler daima bulunur. Ayrıca dil o kelimeleri kendi yapısına uydurur:

Hendese-geometri teşekkür-mersi yemiş-meyve

Siyaset-politika teminat-garanti iktisat-ekonomi

Türkiye Türkçesi için cumhuriyetten sonra Arapça ve Farsçadan kelime alma yolu tamamıyla kapanmıştır. Buna karşılık bugün batıdan gelen kelimelere karşı açıktır.

Yabancı kelime almak son derece kolay bir yoldur. Onun için de bu kestirme yolun önüne kolay kolay geçilememektedir. İstense de istenmese de her dile bu yolla pek çok kelime girmektedir. Hele günümüzdeki iletişim teknolojisi bunu iyice artırmış bulunmaktadır.



Ç. KELİME DİRİLTMEK VE DERLEMEK

Dilde yeni kelime için başvurulabilecek iki kaynak daha vardır. Bunlardan biri, eski yazı dili devreleri, diğeri yaşayan şiveler, ağızlardır.

Eski yazı dilinin unutulmuş kelimeleri tekrar dile kazandırılabilir:

Kamu subay yargı nitelik tartışmak görkem

Savcı tanık köken nicelik arıtmak sonuç



Diğer taraftan kültür dilinde bulunmayan fakat ağızlarda yaşayan bazı kelimeler de yazı diline alınabilir:

aylak onarmak deprenmek asalak yitirmek

doruk yozlaşmak denetlemek alan güleç



Ancak bu diriltme ve derleme yolu sanıldığı kadar kolay bir yol değildir. Eski kelimeler çok defa ölmüşlerdir. Ayrıca metinlerden çıkarılan şekilleri, eski devrin fonetik değerini taşır. Böylece bugünkü dil için işlenmiş sayılmazlar. Bu sebeple onların diriltilmesi çok güçtür, büyük gayret ister. Bu, bütün millete yeniden kelime öğretmek demektir.

Ağızlardan edebî dile kelime geçirmek de öyle pek kütle halinde ve kolay olmamaktadır. Çünkü bir ağızda bir şekil, başka bir ağızda başka bir şekil vardır. Ayrıca yazı dili kelimeleri gibi her bölge için geçerli olacak uygun ve fazla kelime bulmak da kolay değildir. Ve bu da bütün milletin yeniden kelime öğrenmesi demektir.

Kısacası her iki kaynaktan faydalanmak da ancak sınırlı bir ölçüde mümkündür. Fakat dil inkılabı ile Türkçemize her iki kaynaktan bir hayli kelime kazandırıldığını da unutmamak gerekir. Gerçi sadeleştirme çalışmaları sırasındaki ihtiyaç dolayısıyla netice alınması mümkün olmuştur.
Cevapla
#4

TÜRKÇE KELİMELERDE VURGU

Vurgu en kısa tarifi ile kuvvetli söylenmedir. Kelimelerde ses bütünlükleri olarak heceler vardır. Bu topluluklar arka arkaya söylenerek kelimeler ve dili ortaya çıkarırlar. Demek ki kelimelerin telaffuzu hecelerin arka arkaya söylenmesidir.

İşte bu söylenişte her hecenin üzerine aynı kuvvetle basılmaz. Kelimeler ve cümleler dalgalı, inişli çıkışlı bir seyir takip eder. Bu dalgalar, bu iniş çıkışlar ise bazı hecelerin diğerlerinden daha kuvvetli söylenmesi ile olur.

Kelimede kuvvetli söylenen hece üzerindeki baskıya vurgu adı verilir. Vurgulu hece, üzerine basılan, üzerine vurulan hece demektir.

Türkçe yumuşak vurgulu, hafif dalgalı bir dildir. Türkçenin vurguları bu sebeple çok dikkat ister.

Vurguyu bulma usulü:

Türkçe kelimelerde vurgunun hangi hecede olduğunu anlamak için bir usul vardır. O usul şudur: kelimenin her seferinde bir hecesi mübalağalı bir şekilde kuvvetle söylenir. Hangisi yadırganmazsa vurgu o hece üzerinde demektir. Mesela yumurta kelimesini alınız. Göreceksiniz ki ta hecesini kuvvetlendirerek söylemek kulağa aykırı gelmemektedir. Şu halde vurgu son hecededir.

Türkçe kelimelerde vurgu durumu şöyledir:

1. Türkçede kelime ne olursa olsun, bütün hitaplarda vurgu daima ilk hecede bulunur: arkadaş, dağlar, kumandan, Atatürk gibi seslenmelerde vurgu daima ilk hecede bulunur ve kuvvetlidir. Kelimenin asıl normal vurgusu sonda da olsa hitapta mutlaka başa alınır: Örümcek.

2. Türkçede orta hece ve heceler vurgusuzdur.

3. Türkçede vurgu esas itibarıyla ya son hecede veya ilk hecede bulunur. Vurgu son hecede ise başta, ilk hecede ise sonda ikinci derecede bir vurgu bulunur.

4. Türkçede umumi olarak, kelimelerin en büyük kısmında vurgu son hecededir: yatırım, açık, çekingen kelimelerinde vurgu sondadır.

5. Buna mukabil yer adlarında, bütün coğrafi isimlerde vurgu ilk hecede olur: Ankara, Kurtuluş, İsveç, Avrupa gibi kelimelerde vurgu ilk hecededir.

6. Yalnız –istan eki ile biten coğrafi isimlerde vurgu yine sona alınır: Özbekistan, Türkmenistan, Bulgaristan gibi kelimelerde vurgu son hecededir.

7. Sonu –ya ile biten yer adlarında vurgu sondan bir evvelki hecede bulunur: Sakarya, Mudanya, Almanya. Sonu a ve e ile biten yer adları da böyle istisnalar görülür: İngiltere, Ukrayna gibi kelimelerde vurgu sondan bir önceki hecededir.

8. Türkçede henüz tam benimsenmiş, üzerinde az zaman geçmiş yabancı isimlerde ve kelimelerde vurgu ilk hecede bulunur: Hitler, banka, radyo, posta gibi kelimelerde vurgu ilk hecededir.

9. Türkçede çok yerleşmiş yabancı asıllı isimlerde vurgu son hecede bulunur: İsmail, Ömer, Mehmet gibi.

10. Türkçede bazı ekler vurgusuzdur ve vurguyu önlerindeki heceye atarlar. Mesela uyuma, insanca, kalkmadan kelimelerinde vurgu ma, ca, madan eklerinde önceki hecededir.



YAPIM EKLERİ



A. İSİMDEN İSİM YAPMA EKLERİ

İsimden isim yapma ekleri, isim kök ve gövdelerine getirilerek onlardan yeni isimler yapan eklerdir.

Bu eklerle yapılmış isimlerin manaları bir önceki ismin manasına çok yakından bağlı olur. Genellikle getirildiği isimle ilgili yer, meslek, topluluk, vasıf, bağlılık, aitlik vb. isimleri gibi kelimeler yaparlar.



1. –lık,-lik,-luk,-lük



a. Yer isimleri yapar. Bu isimler nesnenin mekanını veya çok bulunduğu yeri ifade ederler: taş-lık, orman-lık, boş-luk, kömür-lük, koru-luk, gül-lük, ekin-lik gibi.

b. Alet isimleri yapar. Bunlar nesne ile ilgili bir alet bir eşya ifade ederler: baş-lık, göz-lük, söz-lük, gece-lik, korku-luk gibi.

c. Topluluk isimleri yapar. Bu isimler yapıldıkları isimlerle ilgili bir topluluk, bir bütünlük ifade ederler: genç-lik(gençlerin bütünü), türk-lük (türklerin topluluğu, bütünü) gibi.

d. Vasıf isimleri, yani sıfat yapar: gün-lük, yıl-lık, hediye-lik, kira-lık, kış-lık, adım-lık gibi.

e. Soyut isim yapar: güzel-lik, iki-lik, müdür-lük, temiz-lik gibi.

Bu ekin bir özelliği de bazen çekim eklerinden sonra gelerek isim yapmasıdır: gün-de-lik, on-da-lık gibi.



2. –cı,-ci,-cu,-cü,-çı,-çi,-çu,-çü

Bu eklerin başlıca fonksiyonu meslek ve uğraşma isimleri yapmaktır (Osmanlıcada başlangıçta c’li ve yuvarlak şekilleri yoktu.): av-cı, eski-ci, yol-cu, göz-cü, aş-çı, bek-çi, ok-çu, süt-çü gibi.



3. –lı,-li,-lu,-lü

Esas fonksiyonu sıfat olarak kullanılan vasıf isimleri yapmaktır. Kısaca ek ve sahiplik ya da bağlılık ifade eder.

Sahiplik görevinde bir kendinde bulundurma ifadesi belirtilir: baş-lık, kilit-li, su-lu, ölüm-lü gibi.

Bağlılık fonkisyonunda da bir mensup olma ifadesi göze çarpar: Ankara-lı, lise-li, köy-lü gibi.



4. –sız,-siz,-suz,-süz

Bu ek –lı,-li,-lu,-lü ekinin olumsuzudur. Onun için menfi isim eki veya menfi sıfat eki adı ile de anılır: taş-sız, iş-siz, su-suz, görgü-süz gibi.

Bu ek nadir olarak bir çekil eki olan iyelik ekinden sonra da kullanilabilir: annem-siz, babam-sız gibi.



5. -ki

Bu ek aitlik eki adını alır. Başlıca fonkisyonu içinde blunma, bağlılık, ve aitlik ifade etmektir. Bu fonkisyonla sıfat ve zamir yapar: şimdi-ki, karşı-ki, sonra-ki, öte-ki, beri-ki, evvel-ki, dün-kü, gece-ki gibi.

İkinci kullanışı –da,-de,-ta,-te, çekim ekinden sonraki kullanılışıdır: bende-ki, yerde-ki, aşağıda-ki, sende-ki, evde-ki, üniversitede-ki, gibi.

Üçüncü kullanışı –ın,-in,-un,-ün,-nın,-nin,-nun,-nün çekilm ekinden sonra getirilmesidir: benim-ki, yolcunun-ki, adamın-ki, evin-ki, arkadaşımın-ki gibi.

Bu ekin bazı örneklerde –kü şekli de görülür: dün-kü, bugün-kü, gönülün-kü gibi.



6.-cık,-cik,-cuk,-cük

Bu ek Türkçenin çok işlek küçültme ve sevgi ekidir. Bu iki fonksiyon bazen bir arada, bazen da tek başına görünür: baba-cık, dudak-cık, kısa-cık, Mehmet-cik, göl-cük, tosun-cuk gibi.

Bu ek bazı kelimelerde kendisinden önce gelen ünsüzü düşürür: ufa-cık (ufak-cık), küçü-cük (küçük-cük) gibi.

Bu ek bazen da önüne bir vokal alır: bir-i-cik, az-ı-cık gibi.



Bu ekin bir özel kullanılışı da -ca, -ce, -ça, -çe çekim ekinden sonra gelmesidir: usul-ca-cık, yavaş-ça-cık, ufa-cı-cık gibi.



Bu ekin özellikle sevgi fonksiyonu çok işlek durumdadır. Bu fonksiyonuyla en çok iyelik eki getirilerek pek geniş ölçüde kullanılır: anne-ciğ-i-m, kardeş-ciğ-i-m, Ahmet-ciğ-i-m gibi.



7. –cak, cek

Bu da ikinci bir sevgi ve küçültme ekidir: kuzu-cak, yumur-cak, demin-cek, sevdi-cek gibi.



8. –cığaz, -ciğez, -cuğaz, -cüğez

Bu ek küçültme ve sevgiden başka zavallılık da ifade eder. Acıma, şefkat ve merhamet gösterir: bey-ci-ğez, yavru-cuğaz, kız-cığaz gibi.



9. –cağız, -ceğiz

Küçültme ve sevginin dışında acıma da ifade eder. Yalnız bu acıma ekinin zavallılık fonksiyonu daha kuvvetlidir: kız-cağız, hayvan-cağız, ev-ceğiz, köy-ceğiz gibi.



Bu ekin bir de şu-n-cağız, o-n-cağız gibi kullanışları vardır.



10. –ca, -ce, -ça, -çe

Bu ek aslında çekim ekidir: insan-ca, yavaş-ça örneklerinde olduğu gibi.



Ancak sonradan klişeleşerek veya fonksiyon değiştirerek yapım eki hâline gelmiştir. Yapım eki olarak fonksiyonu dil isimleri yapmaktır: Alman-ca, İngiliz-ce, Türk-çe, Arap-ça gibi.



Bu ek bazen da klişeleşmiş olarak, kalıplaşmış olarak ayrı isimler yapar: ala-ca, kara-ca, ak-ça gibi.



Böyle klişeleşmiş şekli bilhassa yer isimlerinde çok görülür: Sütlü-ce, Kanlı-ca, Çamlı-ca, Derin-ce, Yeni-ce gibi.



11. –daş, -taş

Başlıca fonksiyonları eşlik, ortaklık ve mensubiyet, bağlılık ifade etmektir: ırk-taş, arka-daş, din-daş, soy-daş, meslek-taş, sır-daş, ülkü-daş gibi.



12. –ncı, -nci, -ncu, -ncü

Sayı isimleri yapmakta kullanılır. Fonksiyonu asıl sayı isimlerinden sıra, derece ifade eden sayı isimleri yapmaktır: bir-i-nci, iki-nci, yüz-ü-ncü gibi.



Sayılar dışında yine sıra ifade eden bir iki kelimede de bu ek görülebilir: kaç-ı-ncı, orta-nca, son-u-ncu gibi.



13. –ar, -er, -şar, -şer

Fonksiyonu asıl sayı isimlerinden dağıtma, bölme, ayırma sayı isimleri yapmaktır: bir-er, dörd-er, elli-şer gibi.



14. –z


Sayı ismi yapan eklerden biridir. Daha çok birden ona kadar olan sayılar arasında kullanılır. Fonksiyonu yakınlık, eşlik ifade eden topluluk isimleri yapmaktır: iki-z, dörd-ü-z, yedi-z gibi.



15. –sı, -si, -su, -sü

Bir iki kelimede görülür. Benzerlik, gibilik ifade eder: çocuk-su, kadın-sı gibi.



16. –msı, -msi, -msu, -msü

Bu ek de benzerlik ve gibilik ifade eden bir ektir. Bilhassa renk ve tat isimlerinde çok kullanılır: ağac-ı-msı, ekşi-msi, mor-u-msu, acı-msı gibi.



17. –mtrak

Bu ek de benzerlik ve gibilik ifade eden eklerden biridir: acı-mtrak, beyaz-ı-mtrak gibi.



18. –rak, -rek

Bu ek karşılaştırma ekidir. “Daha çok” ifadesi taşır. Bir iki kelimede kalmıştır: ufa-rak (ufak-rak), küçü-rek (küçük-rek), yeğ-rek (daha iyi) gibi.



19. –lı (-li, -lu, -lü) ........-lı ((-li, -lu, -lü)

Çift kullanışlı bir ektir. Bu arada bulunma ifade eder. Kısacası “ve” mânâsına gelir: iri-li, ufak-lı, gece-li, gündüz-lü, ana-lı, baba-lı, sağ-lı, sol-lu gibi.



20. –layın, -leyin

Bu ek eskiden gibilik, eşitlik ifade eden bir çekim eki idi. Bugün birkaç vakit isminde görülür: sabah-leyin, gece-leyin, akşam-leyin gibi.



21. –cılayın, -cileyin

Bu ek de eskiden bir eşitlik çekim eki idi. Bugün bir yapım eki gibi klişeleşip kalmıştır. Bazı zamirlerde görülür: ben-cileyin, sen-cileyin, bu-n-cılayın gibi.



22. –an, -en

Bu ek işlek değildir. Ancak bir iki kelimede görülür: oğul-an (oğlan), er-en, kız-an gibi.



23. –kek

Bu da işlek olmayan bir ektir. Belki sadece er-kek kelimesinde vardır.



24. –kan

İşlek olmayan bir ektir: baş-kan kelimesinde vardır.





25. –ç

İşlek değildir, ana-ç, ata-ç, baba-ç kelimelerinde vardır. Kuvvetlendirme fonksiyonu mevcuttur.



26. –ka, -ge

İşlek olmayan bir ektir. Kökün dışındaki mânâsını ifade eder. Yani bir dışındalık fonksiyonu vardır. Aynı mânâya gelen iki kelimede görülür: baş-ka, öz-ge.



27.- cıl, cil, -cul, -cül, -çıl, -çil, -çul, -çül

Sadece üç beş örnek görülür. Benzetme ve mübalâğa ifadesi taşır: ev-cil, ben-cil, balık-çıl, tavşan-cıl, ölüm-cül, kır-çıl, ak-çıl, insan-cıl, av-cıl gibi.



28. –dırık, -dirik, -duruk, -dürük

Birkaç kelimede görülür. Âlet isimleri yapar: boyun-duruk, çiğin-dirik (omuzluk), eğin-dirik (sırt örtüsü, şal) gibi.



29. –man, -men

Mübalâğa ve benzerlik ifade eder. Üç beş kelimede görülür: ak-lan, koca-man, kara-man, küçü-men (küçük-men) gibi.



30. –aç, -eç

Benzetme ve ilgi ifadesi taşır: top-aç, kır-aç, boz-aç (boza çalan, boz renginde) kelimelerde olduğu gibi.



31. –şın, -şin

Renk isimlerinde görülür. Yakınlık, benzerlik ifade eder: sarı-şın, kara-şın, gök-şin gibi.



32. –ak, -ek

İşlek değildir. Bir iki kelimede görülür. Benzerlik ifade eder: top-ak, sol-ak, ben-ek gibi.



33. –k(a), -k(e)

İşlek değildir. Benzerlik ifade eder: top-u-k, bala-k, bebe-k gibi.



34. –z

İlgi, benzerlik ifade eder: top-u-z gibi.



35.-t

Denklik ifade eder: yaş-ı-t, eş-i-t gibi.



36. –tı, -ti, -tu, -tü

Yalnız tabiat taklidi kelimelerde kullanılan işlek bir ektir: parıl-tı, zangır-tı, gürül-tü, fokur-tu, kütür-tü gibi.



37. –az, -ez

İlgi ifade eder: ay-az kelimesinde vardır.



38. –ay, -ey

İlgi ifade eder: gün-ey, kuz-ey (kuz-ay) gibi.



39. –l (-ıl, -il)

Benzerlik ifade eder: yeş-i-l, kız-ı-l gibi.



40. –sıl, -sil, -sul, -sül

Benzerlik, ilgi ifade eder: yok-sul kelimesinde bu ek vardır.



41. –sal

Yer ifade eder: kum-sal kelimesinde vardır.



42. –gıl, -gil, -gul, -gül, -kıl, -kil, -kul, -kül

İlgi ifade eder: kır-kıl, iç-kil, dört-gül, gibi az kullanılan birkaç kelimede vardır.



Bu ekin –gil şekli bugün bilhassa ağızlarda aile ve ev ismi yapmakta çok işlektir: Ali-gil, Uşaklı-gil, ablam-gil gibi.



43. –la, -le

İşlek değildir. Kış-la, yay-la kelimelerinde görülür.



Yabancı Ekler: Türkçeye bazen yabancı dilden ekler de geçmektedir. Bu ekler önce kendi kelimeleri ile geçmekte, sonra Türkçe kelimelere de sıçrayabilmektedir. Bunlardan iki örneği burada gösterebiliriz:



-i

Aslında Arapça’dan geçen nisbet î’sidir. Türkçe kelimelerin sonuna gelerek bazen isimden isim yapma eki şeklinde kalıplaşmıştır: armudi, gümüşi, kurşuni, varsağı gibi.



-al, -el

Türkçeye batı dillerinden gelen –al, -el, eki de yaygınlışmaktadır: sosyal, kültürel’in yanında ulus-al, siyas-al, yer-el, bölge-sel gibi.



Kalıplaşmalar, Kısaltmalar: Türkçede bazı kalıplaşmalar ve kısaltmalar da göze çarpabilir. Örneğin Fatoş, Memoş, İbiş, minnoş gibi kısaltmalarda bir “ş” unsuru görürüz. Bu bir ek değildir, türeme bir ses durumundadır.



Öte yandan şappadak, cuppadak, pattadak gibi ses taklidi kelimelerde de benzer bir –dak, -dek ‘li unsur görülür. Şüphesiz bu da bir ek değildir ve bu kelimeler ayrı ayrı paralel ses taklitleridir.



B. İSİMDEN FİİL YAPMA EKLERİ



İsimden fiil yapma ekleri isim kök ve gövdelerinden fiil yapmak için kullanılan eklerdir. Fakat bu ekler gövdelerden fiil yapmakta çok az kullanılır, daha çok köklerden fiil yaparlar. Gövdelerden yapılan çok az sayıdaki fiillerde de ancak çok işlek olanları kullanılabilir. Ayrıca eklendikleri gövdeler genellikle işlek olmayan eklerle yapılmış gövdelerdir.



Bu eklerin ayrı ayrı belirli fonksiyonları yoktur. Hepsinin ortak fonksiyonu isimleri fiilleştirmektir. Yapılan fiilde bu ekler değil, isim kökü mânâyı tayin eder. Bu ekler böylece isimlerden onlarla ilgili fiiller yapmış olurlar. Başlıca isimden fiil yapma ekleri şunlardır:



1. –la, -le

Bu ek Türkçenin en işlek isimden fiil yapma ekidir. İsimden fiil yapma sahasına hâkim olan başlıca ek durumundadır. Hem olma, hem yapma ifade eden fiiller yapar: baş-la, taş-la, el-le, gece-le, üf-le, hafif-le gibi.



Bu ekle yapılan bazı fiillerin kendileri kullanılmayıp, onlardan fiilden fiil yapma ekleriyle meydana getirilen şekilleri kullanılır: can-la-n, bir-le-ş, kir-le-t gibi.



Bu ek orta hecede kaldığı için çekim sırasında bazen vokali değişir: bek-li-yen (bek-le-yen) gibi.



2. –al, -el

Bu ek genellikle sıfatlardan fiil yapar. Yaptığı fiiller yalnız “olma” ifade eder: sağ-al, dar-al, kör-el, yön-el gibi.



3. –l

Sıfatlardan olma ifade eden fiiller yapar: ince-l, sivri-l, duru-l gibi.



4. –a, -e

Fazla işlek değildir. İsimlerden yapma veya olma ifade eden fiiller yapar: yaş-a, kan-a, tür-e, dil-e gibi.



Çekim sırasında orta hecede kalınca ve y tesiriyle bu ek de değişebilir: yaş-ı-yor, kan-ı-y-an gibi.



5. –ı, -i, -u, -ü

İşlekliği kaybolmuştur. Birkaç kelimede klişeleşmiş olarak görülür: taş-ı, uz-u (uz-un),şak-ı gibi.



6. –ar, -er

İşleklik sahası sınırlıdır. Daha çok renk isimlerinden fiil yapar: ağ-ar, göğ-er, kız-ar, yeş-er gibi.



7. –da, -de, -ta, -te

Ses taklidi isimlerden fiil yapmakta çok işlektir: fısıl-da, ışıl-da, gürül-de, fingir-de gibi.

Tabiat taklidi kelimeler hep l,r,y gibi sedalı ünsüzle bittiği için bu ekin hep d’li şekilleri kullanılmaktadır.



8. –kır, -kir, -kur, -kür

Bu ek de ses taklidi kelimelerden fiil yapmakta kullanılan bir ektir. İşlektir, fakat ses taklitleri ile sınırlıdır: hay-kır, tü-kür, çem-kir (terslenme) gibi.



9. –k, -ke

Bugün yalnız birkaç kelimede görülür: ac-ı-k, gec-i-k, bir-i-k gibi.



10. –r

şlek değildir. Deli-r, beli-r, üfü-r gibi birkaç fiilde görülür. Fakat ses taklidi isimlerden fiil yapmakta oldukça işlektir: bağ-ı-r, geğ-i-r, an-ı-r, aksı-r, öksü-r, hapşı-r gibi.



11. –sa, -se

İşlek değildir. Birkaç kelimede görülür: su-sa, garip-se, yük-se, mühim-se gibi.



12. –msa, -mse

İşlek değildir, üç beş kelimede görülür: az-ı-msa, ben-i-mse, küçü-mse gibi.



13. –ırga, irge

İşlek değildir. Bir iki fiilde görülür: yad-ırga, es-irge gibi.



C. FİİLDEN İSİM YAPMA EKLERİ



Fiilden isim yapma ekleri fiil kök ve gövdelerinden isim yapmak için kullanılan eklerdir.



Bu eklerin sayısı çok fazladır. En kalabalık yapım ekleri bunlardır. Bu da Türkçenin fiilden isim yapmaya çok yatkın bir dil olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda Türkçede isimlerin büyük kısmının hareket vasfı ile belirtilen isimler olduğunu ortaya koymaktadır. Türkçe gibi fiile dayanan bir dil için bu da pek tabiîdir.



Bu eklerin sayıları gibi işleklikleri ve kullanış sahaları da çok geniştir. İçlerinde işleklik ve genişlik bakımından çekim eklerine yakın olanları çoktur.



Bu eklerin bir kısmının belirli fonksiyonları vardır. Bir kısmının ise fonksiyonları belirsizdir.



Başlıca fiilden isim yapma ekleri şunlardır:



1. –mak, -mek

Bek bütün fiilden isim yapma eklerinin başında gelir. İşleklik derecesi en geniş bir ektir. Bütün fiil kök ve gövdelerine getirilir.



Fonksiyonu hareket ismi yapmaktır. Fiil kök ve gövdelerine getirilerek onları kullanış sahasına çıkarırlar: aç-mak, yaz-mak, oku-mak, uyu-mak, gör-mek, bekle-mek, çekil-mek, düşün-mek, sürüklen-mek, ilikle-mek gibi.



Bu ekle yapılan isimler sıfat olarak kullanılamazlar.



Bu ek fiillerin geçici hareket ismini yapar. Bu isimler ancak çok nadir olarak klişeleşip kalıcı nesne ismi olurlar: ye-mek, çak-mak gibi.



Bu ekin bir özelliği de sonuna iyelik eki almamasıdır: bilmeğ-i-m, gez-meğ-i-n şekilleri kullanılmaz.



2.-ma, -me

İşleklik sahası bütün fiil kök ve gövdelerini içine alan bir ektir.



Bu ekin fonksiyonu iş isimleri yapmaktır: yaz-ma, oku-ma, git-me, yaklaş-ma, oyalan-ma, püskürt-me, ezdir-me, açıklan-ma, veriştir-me gibi.



-mak, -mek’te yürüyen canlı bir hareket ifadesi vardır. –ma, -me’de ise bu hareketle yapılan iş anlatılır: yürümek-yürüme, kapamak-kapama gibi.



Dolayısıyla –ma, -me’de daha belirli bir isim olma vasfı vardır. Bu sebeple böyle isimler –mak, -mek’lilerden daha fazla kalıcı nesne ismi olmaya elverişlidirler: dondur-ma, yaz-ma (eser), dol-ma (yiyecek), iç-me nesne isimleri gibi.



Bu ekle yapılan isimler iş isimlerinden başka, bazen kalıı niteliği dolayısıyla sıfat olarak da kullanılabilirler: dol-ma kalem, süz-me göz, kar-ma liste.



3.-ış, -iş, -uş, -üş

Bu ek de bundan önceki iki ek gibi en işlek fiilden isim yapma eklerinden biridir. Bu son ikisi yalnız i-mek fiiline getirilmez. Diğer bütün fiillere gelirler. Fonksiyonu iş ismi yapmaktır: al-ış, yürü-y-üş, çekil-iş, otur-uş gibi.



Bu ekle yapılan isimler de sıfat olarak kullanılmazlar.



4.-m

Bu ek kalıcı nesne ismi yapan işlek fiilden isim yapma eklerinin başında gelir. Fiille ilgili çeşitli nesnelerin ismini yapar: al-ı-m, uçur-u-m, geç-im, öl-ü-m, biç-i-m gibi.



5.-k (ka), -k (ke)

Bu ek çok işlek bir fiilden isim yapma ekidir. Harekete uğramış olan, o hareketten doğmuş bulunan veya hareketi yapan çeşitli nesnelerin isimlerini meydana getirir: aç-ı-k, düş-ü-k, dile-k, yat-ı-k, buruş-u-k, yuvarla-k, ele-k gibi.



6.-ak, -ek

Bu ek de çok işlek bir ektir. Fiilin tesirinde kalan çeşitli nesnelerin isimlerini yapar. Bir mübâlâğa ifadesi de taşır: at-ak, dön-ek, kaç-ak, tapın-ak, dayan-ak, ürk-ek gibi.



7.-n

Oldukça işlek bir ektir. Yapanı, olanı ve yapılan ifaden eder: tüt-ü-n, ek-i-n, gel-i-n gibi.



8.-gı, -gi, -gu, -gü, -kı, -ki, -ku, -kü

Çok işlek bir ektir. Daha çok yapma ifade eden fiillere gelir. Çeşitli isimler yapar: say-gı, sar-gı, ser-gi, bil-gi, büz-gü, gör-gü, duy-gu, sor-gu, bıç-kı, bas-kı, iç-ki, kes-ki gibi.



Daha çok tek heceli fiillere getirildiği görülmektedir.



9.-ga, -ge

Örnekleri çok fazla değildir: bil-ge, dal-ga, yon-ga, böl-ge, süpür-ge, kavur-ga gibi.



10.-gın, -gin, -gun, -gün, -kın, -kin, -kun, -kün

İşlek bir ektir. Esas itibariyle de tek heceli fillere getirilir. Görevinde bir büyültme, bir aşırılık mânâsı vardır, mübâlâğa ifade eder: dal-gın, az-gın, dar-gın, yetiş-kin, eriş-kin, küs-kün, alış-kın, bay-gın, gir-gin, ol-gun, piş-kin, coş-kun, aş-kın, düz-gün, üz-gün gibi.



11.-gan, -gen, -kan, -ken

İşlek bir ektir. Tek heceli fiillere getirilmez. Kuvvetli bir mübâlâğa, bir aşırılık ifade eder: alın-gan, sıkıl-gan, konuş-kan, somurt-gan, çekin-gen, giriş-ken gibi.



12.-gıç, -giç, -guç, -güç

İşlek değildir. Birkaç misalde görülür. Bu ekte de büyültme ifadesi vardır: dal-gıç, bil-giç, başlan-gıç, süz-geç gibi.



13.-gaç, -geç, -kaç, -keç

Bundan önceki ekin bir eşidir: yüz-geç, kıs-kaç, utan-gaç gibi.



14.-ağan, -eğen

Aşırılık, devamlılık, mübâlâğa ifade eder: ol-ağan, gez-eğen gibi.



15.-ıcı, -ici, -ucu, -ücü

Fazlalık, devamlılık anlatır: al-ıcı, ver-ici, uç-ucu, gör-ücü gibi.



16.-ç

Bir aşırılık ifade eder. Yalnız dönüşlü, yani –n’li fiillere getirilir: kıskan-ç, korkun-ç gibi.



17.-ı, -i, -u, -ü

Çok işlek bir ektir: yaz-ı, dikil-i, ört-ü, kok-u gibi.



18.-a, -e

Bir iki kelimede görülür: yar-a, öt-e, oy-a gibi.



19.-tı, -ti, -tu, -tü

Esas itibariyle n’li fillerin gövdelerine getirilir. Çeşitli isimler yapar: akın-tı, öden-ti, çökün-tü, kurun-tu gibi.



20.-t

Pek işlek olmayan bir ektir: öğ-ü-t, yoğur-t, um-u-t gibi.



21.-l

Bugün belki bir tek ışı-l kelimesi vardır.



22.-sı, -si, -su, -sü

Bir iki kelimede görülür: yat-sı, sin-si, yas-sı, tüt-sü gibi.



23.-anak, -enek

İşlek olmayan bir ektir: sağ-anak, gel-enek, gör-enek gibi.



24.-amak, -emek

İşlek değildir: kaç-amak, bas-amak gibi kelimeler vardır.



25.-mık, -mik, -muk, -mük

İylek değildir: kıy-mık, il-mik, kus-muk kelimelerinde bu ek vardır.



26.-aç, -eç

İşlek değildir: gül-geç, tık-aç, kelimelerinde bu ek vardır.



27.-em

İşlek değildir: tut-am, bur-am kelimelerinde bu ek vardır.



28.-al, -el

İşlek değildir: Çat-al kelimesinde bu ek vardır.



29.-alak, -elek

Birkaç kelimede görülür: yat-alak, as-alak, çök-elek gibi.



30.-arı, -eri

İşlek değildir: uç-arı, göç-eri gibi bir iki kelimede görülür.



31.-arak, -erek

İşlek değildir: tut-arak kelimesinde bu ek vardır.



32.-amaç, -emeç

işlek değildir: dön-emeç kelimesinde bu ek vardır.



33.-maç, -meç

İşlek değildir: bula-maç, tut-maç gibi kelimelerde görülür.



34.-baç, -beç

İşlek değildir. Ekin b’si fiilin n’sini m’ye çevirir: saklam-baç, dolam-baç gibi.



35.-sal, -sel

İşlek değildir: uy-sal kelimesinde bu vardır.



36.-man, -men

İşlek değildir: az-man, seç-men, say-man kelimelerinde bu ek vardır.



37.-sak, -sek

İşlek değildir: tut-sak kelimesinde bu ek vardır.



38.-pak, -pek

İşlek değildir: kay-pak kelimesinde bu ek vardır.



39.-van, -ven

İşlek olmayan bir ektir: yay-van kelimesinde görülür.



40.-mur, -mür

İşlek değildir: yağ-mur kelimesinde bu ek vardır.



41.-ca, -ce

İşlek değildir: eğlen-ce, düşün-ce, güven-ce bu ekle yapılmıştır.



42.-cama, -ceme

İşlek değildir: sürün-ceme kelimesinde bu ek vardır.



43,-maca, -mece

İşlek olmayan bir ektir: bul-maca, bil-mece gibi.



Sıfat Fiil (partisip) Ekleri: Yapım ekleri ile çekim ekleri arasında bir yer işgal ederler. Bazen çekim eki durumundadırlar: gel-en, gid-en gibi. Fakat kalıcı isim yapınca tam bir fiilden isim yapma eki durumuna geçerler. Bu sebeple onları da yine isim yapma eklerine ilave etmemiz gerekir.



44.-an, -en

Çok işlektir. Az miktarda kalıcı isim yapar: düz-en, kır-an gibi.



45.-ar, -er

Geçici isim yapmakta işlektir: koş-ar (adım), geç-er (akçe) gibi. Az miktarda klıcı isim de yapar: gid-er, kes-er gibi.



46.-r

Geçici isim yapmakta çok işlektir: yürü-r, bil-i-r gibi. Kalıcı isim yapması azdır: gel-i-r, yat-ı-r gibi.



47.-mış, -miş, -muş, -müş

Geçici isim yapmakta çok işlektir: susa-mış, oku-muş gibi. Az miktarda kalıcı isim yapar: geç-miş, dol-muş, ye-miş gibi.



48.-dı, -di, -du –dü, -tı, -ti, -tu, -tü

Birkaç kalıcı isim yapmıştır: şıpsev-di, külbas-tı, beğen-di gibi.



49.-dık, -dik, -duk, -dük, -tık, -tik, -tuk, -tük

Geçici isim yapmakta işlektir: duyulma-dık, gel-di-ği gibi. Bil-dik, tanı-dık gibi kalıcı isimler de yapar.



50.-acak, -ecek

Geçici isim yapmakta çok işlektir: açıl-acak, görül-ecek gibi. Bir miktar kalıcı isim de yapar: yak-acak, giy-ecek gibi.



51.-ası, -esi

Birkaç kelimede görülür: yıkıl-ası, kırıl-ası gibi.



52.-maz, -mez

Geçici isim yapmakta çok işlektir: bit-mez, çık-maz gibi. Bazı kalıcı isimler de yapar: sol-maz, yıl-maz gibi.



Ç. FİİLDEN FİİL YAPIM EKLERİ:



Fiilden fiil yapma ekleri fiil kök ve gövdelerine getirilerek onlardan fiil yapan eklerdir. Sayıları azdır. İşleklik dereceleri çok geniştir. Bu eklerin bir vasfı da belirli fonksiyonlarının mevcut bulunmasıdır. Fiilden fiil yapma ekleri şunlardır:



1.-ma, -me

imek fiili dışındaki bütün fiillere getirilir. Olumlu fiillerden olumsuz filler yapar: yap-ma, gül-me, de-me gibi.



2.-n

Kendi kendine yapma veya olmak ifade etmektedir. Bazen geçişli bazen da geçişsiz fiiller yapar: al-ı-n, aç-ı-n, döv-ü-n gibi.



Bu ek n sesi ile biten fiil köklerine getirilmez.



Dönüşlülük eki –n-‘den başka bir de meçhullük ve pasiflik eki –n- vardır. Dönüşlülük: ara-n (çok arandı). Meçhullük ve pasiflik: ara-n- (her taraf arandı) gibi.



3.-l

Pasiflik ve meçhullük ifade eder: dur-u-l, gör-ü-l, de-n-i-l gibi.



4.-ş

Ortaklaşma ve oluş ifade eder: vur-u-ş, çek-i-ş, at-ı-ş, dayan-ı-ş, gül-ü-ş, bekle-ş, gel-iş iyile-ş gibi.



5.-r

Yaptırma ve oldurma ifade eder. ç,s,t,ğ,p,y ile biten tek heceli fiillere getirilir: göç-ü-r, aş-ı-r, köp-ü-r, yat-ı-r gibi.



6.-t

Çok işlektir: uza-t, dire-t, inci-t, az-ı-t, ak-ı-t gibi.x



7.-dır, -dir, -dur, -dür, -tır, -tir, -tur, -tür

En işlek eklerden biridir: ye-dir, aç-tır, yağ-dır, bul-dur, as-tır, koş-tur gibi.



8.-ar, -er

İşlek olmayan bir oldurma ekidir: kop-ar, gid-er gibi.



9.-dar, -der

İşlek olmayan bir oldurma ekidir: ön-der, dön-der gibi.



10.-z

İşlek değildir: em-z-ir (emzir) şeklinde görülür.



Katmerli Oldurma Ekleri: En çok dört ek üst üste gelebilir. Daha fazlası normal değildir: geç-i-r-t, geç-i-r-t-tir, geç-i-r-t-tir-t gibi.



11.-a, -e

İşlek değildir: tık-a fiilinde görülür.



12.-ı, -i, -u, -ü

İşlek olmayan bir ektir: kaz-ı, sür-ü fiillerinde bu ek vardır.



13.-k (a), k (e)

İşlek değildir: gör-ü-k, çiz-i-k-tir fiillerinde bu ek vardır.



14.-p

İşlek değildir: ser-p, kır-p fiillerinde bu ek vardır.





15.-y

İşlek değildir: ko-y, do-y fiillerinde bu ek vardır.



16.-sa, -se

İşlek değildir. Ağızlardaki gör-se-t fiilinde bu ek vardır.
Cevapla
#5

SIFATLAR (önad)



Sıfatlar vasıf isimleridir. Türkçede tek başına sıfat diye bir şey yoktur. Her sıfat aynı zamanda bir isimdir. Bir vasıf ismi isim gibi de kullanılır, sıfat gibi de kullanılır. Meselâ ağaç, ev, çiçek gibi kırmızı, büyük, güzel kelimeleri de birer isimdir. Bir vasıf ismi başka bir ismin önüne gelip onu nitelerse, sıfat tamlaması yaparsa sıfattır. Tek başına olunca bir isimden başka bir şey değildir.



Bu sebeple bütün sıfatlar isim gibi kullanılabilirler. Buna karşılık vasıf ifade eden bir isim de sıfat gibi kullanılabilir.



Gerçekten vasıf ifade etmeyen isimler sıfat olarak kullanılamazlar. Bunların başında özel isimler gelir. Sonra –mak, -mek, -li, -iş, -iş’li, -gı, -gi’li fiilden yapılmış isimler de sıfat olamazlar: Ali, gitmek, yürüyüş, görgü, biçki gibi.



İki çeşit vasıf vardır: bir nesnenin iç vasfı, bir de nesnenin dış vasfı. Nesnenin iç vasfı kendi bünyesine yapışık olan vasfıdır. Dış vasıf ise nesnenin kendi bünyesine bağlı olmayan vasfıdır. Mesela beyaz elbise de, bu elbise de sıfat tamlamasıdır. Beyaz sıfatı da bu sıfatı da elbisenin bir vasfını göstermektedir. Ancak beyaz, elbisenin ayrılmaz bir parçasıdır, bir iç vasfıdır. Fakat bu, elbisenin bünyesine yapışık değildir. Elbiseyi uzağa korsunuz, o elbise olur. Çünkü bu, elbisenin dış vasfıdır.



İşte sıfatlar böyle iç ve dış vasıf ifade etmelerine göre ikiye ayrılırlar: Niteleme sıfatları, belirtme sıfatları.



A. NİTELEME SIFATLARI

Niteleme sıfatları (Alm. qualifikatives beiwort, attributives adjektiv; Fr. adjectif qualificatif; İng. qualificative adjective) nesnelerin bünyesinde bulunan nitelikleri gösteren kelimelerdir: beyaz (elbise), aç (hayvan), doğru (söz). Bu örnekler sayısız bir şekilde artırılabilir.



Örneklerden de görüldüğü gibi niteleme sıfatları iki çeşittir: nesne vasfı gösteren sıfatlar, hareket vasfı gösteren sıfatlar.



Nesne sıfatları kalıcıdır: beyaz, eski gibi.

Hareket sıfatları geçicidir: geçen, gelecek gibi.



Böyle, şöyle, öyle sözcükleri addan önce gelirse niteleme önad (sıfat), eylemden önce gelirse belirteç (zarf) olur:



önad (sıfat) belirteç (zarf)

böyle insan görmedim. böyle dedi.

şöyle bir şey aklıma geldi. şöyle de söyleyebilir miyiz?



B. BELİRTME SIFATLARI



Belirtme sıfatları (Alm.bestimmungswort, bestimmungsbeiwort; Fr. adjectif déterminatif; İng. determinative adjective) nesnelerin dış vasıflarını belirten sıfatlardır. Nesnelerin dış belirtileri onların yerleri, sayıları, soru durumları ve belirsizlik halleridir. İşte belirtme sıfatları da bu belirtme şekillerine göre dörde ayrılırlar: işaret sıfatları, sayı sıfatları, soru sıfatları, belirsizlik sıfatları.



1. İşaret Sıfatları (gösterme önadları)

İşaret sıfatları (Alm. demonstrativadjektiv; Fr. adjectif démontratif; İng. demonstrative adjective) nesnelerin yerlerini işaret etmek suretiyle belirten kelimelerdir. Bunlar tek başlarına işaret zamirleridir: bu, şu, o, ol, şol, işbu.



bu, şu, o sözcükleri bir adın yerine kullanıldıkları zaman önad değil adıl (zamir) olurlar:

Bu, benim kitabımdır.

Şu kim?



Bu, şu, o önadları çoğul eki almaz. Ancak, bu önadlardan sonra gelen adlar çoğul eki alır. Gösterme önadları bu bakımdan da gösterme adıllarından ayrılır:



GÖSTERME ÖNADI (SIFATI)
GÖSTERME ADILI (ZAMİRİ)

Bu kitapları masaya koy.

Şu kitaplar senin mi?

Şu sorulara cevap ver.
Bunları masaya koy.

Şunlar senin mi?

Şunlara cevap ver.




2. Sayı Sıfatları (sayı önadları)

Sayı sıfatları (Alm. Zahladjektiv; Fr. adjectif numéral; İng. numeral adjective) nesneleri sayılarını bildirmek suretiyle belirten kelimelerdir. Sayı sıfatları beş çeşittir: asıl sayı sıfatları, sıra sayı sıfatları, üleştirme sayı sıfatları, kesir sayı sıfatları, topluluk sayı sıfatları.



Asıl sayı sıfatları: bir, yirmi, bin, beş yüz bin, bir milyon, üç milyar beş yüz milyon gibi.



Sıra sayı sıfatları (Alm. Ordinalzahl; Fr. adjectif numéral ordinal; İng. ordinal numeral adjective): birinci, doksanıncı, sonuncu, ortanca gibi.



Üleştirme sayı sıfatları (Alm. distributive Zahl; Fr. adjectif numéral distributif; İng. distributive numeral adjective) : birer, on biner, onar bin gibi.



Kesir sayı sıfatları : üçte bir, yüzde altı, binde yedi gibi.



Topluluk sayı sıfatları (Alm. unbestimmtes adjektiv; Fr. adjectif indéfini; İng. indefinite adjective): ikiz, üçüz gibi.



3. Soru Sıfatları (soru önadları)

Soru sıfatları (Alm. Fragewort; Fr. adjectif interrogative; İng. interrogative adjective) nesneleri soru halinde belirten sıfatlardır ve şunlardır: kaç, hangi, ne, nasıl, nice, neredeki.



Soru önadları, bazen soru tümcesi yapmaz:



kaç defa uyardım, beni dinlemedi.

kaç yere gittiyse eli boş döndü.



Ne soru önadı, ünlem gibi kullanılır:



Ne insan be !

Ne akıl ama !



Ne soru sıfatıyla kurulmuş bazı cümleler, aynı zamand olumsuzluk belirtir:



Ne zararı var ? (Hiçbir zararı yok)

Ne yararı var? (Hiçbir yararı yok)



Bazı soru önadları, daha önce de belirtildiği gibi, adın yerini tutunca soru adılı olur:



SORU ÖNADI
SORU ADILI

Sınıfta kaç öğrenci var?

Hangi kitapları alıyorsunuz?

Ne kadar para verdiniz?
Kaçı sınıfta?

Hangilerini alıyorsunuz?

Neyin var?






4. Belirsizlik Sıfatları (belgisizlik önadları)

Belirsızlik sıfatları (Alm. unbestimmtes adjektiv; Fr. adjectif indéfini; İng. indefinite adjective), nesneleri belirsiz olarak bildiren sıfatlardır. Belirsizlik sıfatları nesneleri bilhassa sayılarını, miktarlarını, hangisi olduğunu belirsiz bir şekilde ifade ederler. Belirsizlik sıfatı olarak kullanılan başlıca isimler şunlardır: bir, bütün, başka, bazı, çoğu, çok, falan, filan, falanca, hiç, fazla, az, birçok, böyle...böyle, hiçbir, birkaç, her.



ZARFLAR (Belirteç)



Zarflar (Alm. adverbium; Fr. adverbe; İng. adverb) yer, zaman, hal, nitelik, soru ve miktar isimleridir. Zarflar da yine başka kelimelerle ilişki halinde sözkonusu olan kelime çeşididir.



Yavaş yürü.

Çok konuşma.

İstanbul'dan dün geldi.

Bugün İzmir'e gidiyor.



Zarf asıl fiilin önüne gelen, fiile etki eden, fiilin manasını değiştiren kelimedir. İşte fiilin manasını değiştirmekte kullanılan buna elverişli olan isimler yer, zaman, hal, nitelik, soru ve miktar isimleridir. Onun için bu isimleri zarf başlığı altında ayrıca ele alıyoruz.



Zarflar fiille ilişkide çekimsiz olan, çekim eki almayan kelimelerdir. Mesela, iler gitmek sözünde ileri zarftır, fakat ileriye gitmek sözünde ileriye kelimesi zarf değildir. Doğrudan doğruya isimdir. Çekim eki almıştır.



Zarfların çeşitleri şunlardır: yer ve yön zarfları, zaman zarfları, hal zarfları, ölçü zarfları, soru zarfları, niteleme zarfları, gösterme zarfları.



1. Yer ve Yön Zarfları: Eylemin anlamını, yer ve yön bakımından etkileyen sözcüğe yer ve yön zarfları (Alm. Ortsadverb; Fr. adverbe de lieu; İng. adverb of place) denir.



Onu yukarı çıkarınız.

Oynamak için dışarı çıktılar.

İçeri girmeyin.



Aslında önad olan uzak, yakın, sağ, sol, ön, arka, alt, üst gib sözcükler de iyelik ve ad durumu eklerini alarak adlaştıkları halde, tümce içinde belirteç tümleci görevini yüklenirler.



Bu belirteçler şu şekillerde kullanılırlar:

· İyelik ekini alırlar:

Sağı anıt, solu türbe

Ortası kare şeklinde... (B. Necatigil)

· Ad durumu eklerini alırlar:

Yüz metre ilerden sağa dönün.

İçerden gürültüler geliyordu.

· İyelik ve ad durumu eklerini birlikte alırlar:

Ey gece! Kapını üstümüze kapa (A.M.Dıranas)



Allahım, görüyorsun üşümüşüm,

Uzatsan da sıcak kanatlarını

Altına giriversem. (B. Necatigil )

· Ad durumu ekleriyle birlikte çoğul eki de alabilirler:

Uzaklarda çok uzaklarda

Sucuların hiç durmayan çıngırakları;

İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı. (O. Veli)



2. Zaman Zarfları: Eylemin anlamını zaman kavramıyla sınırlayan belirtece zaman zarfı (Alm. zeitadverb; Fr. adverbe de temps; İng. adverb of time). Bunlar zarf olarak kullanılan çeşitli zaman isimleridir: dün, şimdi, gene, artık, sonra, ilkin, geç erken, biraz çabuk, çabuk, bazen, gündüz, gece, şimdilik, kışın, yazın, demin, geceleyin, akşamüstü, bazı, önce, hâlâ, birdenbire, ne çabuk, derken, erkenden, zaman zaman, sabah sabah, gibi



Geceleyin bir ses böler uykumu

içim ürpermeyle dolar-Nerdesin? (A.K.Tecer)



Mayıs derken haziran

Derken temmuz derken ağustos derken eylül

Gitti gider 1952. (O. Rıfat)



Zaman zaman buraya da uğrar.

Sabah sabah canımı sıkma.

Çabuk ol.

Biraz çabuk ol.



3. Hal Zarfları: Bunlar, hal ve tavır ifade eden zarflardır. Hal ve tavır, nasıllık nicelik ifade eden her isim hal zarfı olarak kullanılabilir. Onun için bunların sayıları hudutsuzdur. Bütün vasıf isimleri, eşitlik ve instrumental eki almış isimler hep böyle hal zarfı olarak kullanılabilirler: iyi, yavaş, güzel, kardeşçe, iyicene, durmaksızın, böyle, şöyle, öyle, nasıl, niçin ve niye gibi.



4. Ölçü Zarfları: Bir eylemin, bir eylemsinin, bir önadın ya da bir başka belirtecin anlamını azlık çokluk bakımından etkileyen zarfa ölçü zarfları (Alm. Quantitatsadverb; Fr. adverbe de quantité; İng. adverb of quantity) denir.



Çok yeme.

Az çalışmışsın.

Daha çok çalışmalısın.

Bu kadar umutsuz olma.

Biraz daha sabret.



Dört tür ölçü belirteci vardır:

· Eşitlik belirteci:

Aslında ilgeç olan ve ölçü, benzerlik ilgisi kuran kadar, denli sözcükleri, bu , şu, o sözcükleriyle birlikte kullanılınca eşitlik belirten belirteç olur:



Ben de o kadar zenginim.

Sen de bu kadar ver.

Bu kadar yeter.



Kadar ilgeci, bu, şu, o sözcükleriyle birlikte kullanılınca, aşırılık da belirtir:



Bu kadar güzel bir yer görmedim.

O kadar ileri gitme!



Ki bağlacıyla birlikte kullanılınca da aşırılık belirtir:



O kadar güzel ki..

O kadar korktum ki...

· Üstünlük belirteci:

Üstünlük kavramı, karşılaştırma kavramıyla birlikte daha belirteciyle verilir:



Ben daha zenginim.

Senden daha iyi bir yanıt beklerdim.

· En üstünlük belirteci:

En üstünlük ölçüsü, en sözcüğüyle verilir:



Sınıfın en şanssız öğrencisi benim.

Dünyanın en uzun adamı o dur.

· Aşırılık belirteci:

Aşırılık derecesi, çok, pek, fazla, epey, az sözcükleri ve bunların yer aldığı belirteç öbekleriyle sağlanır:



Çok terbiyesiz, çok kaba.

Pek uslu, pek terbiyeli.

Daha çok çalışmanız gerekir.

Pek az zamanımız kaldı.

Çok fazla masraf yapmış.



5. Soru Zarfları: Bir eylemin, bir eylemsinin anlamını soru yoluyla açıklayan belirtece soru zarfı (Alm. Frageadverb; Fr. Adverbe interrogatif; İng. interrogative adverb) denir.



Niçin yanıt vermiyorsunuz?

Neden susuyorsun?

Sizi daha ne kadar bekleyeyim?

Buraya nasıl gelmişler?



6. Niteleme Zarfları: Bir eylemin, bir önadın ya da bir bir başka belirtecin anlamını nitelik bakımından etkileyen sözcüklere niteleme zarfı (Alm. Adverb der akt und weise; Fr. adverbe de qualité; İng. adverb of quality) adı verilir.



Böyle konuşmayın.

Öyle yapmayın.

Çok iyi çalışmış.

Ne olursa olsun, kararımdan dönmeyeceğim.

Ne dersen de, sana inanmıyorum.

Sana inanır mıyım hiç? Elbette inanmam.



Niteleme belirtecinin birçok türü vardır:

· Nitelik belirteci: Bu belirteç, eylemi nitelik, biçim bakımından etkiler; nasıl ve ne biçim sorularına yanıt verir:

Yalan söylüyorsun.

Bu davranışını iyi karşılamadım.

Her şey güzel olsun isterim.

· Durum belirteci: Eylemin durumunu belirtir:

Haber vermeksizin çıkıp gitmiş

Düşünceni korkmadan söyle.

Artık gücüm kalmadı.



Addan, eylemden ve önaddan kurulu ikilemeler de durum belirteci olur.



Addan kurulu ikileme:

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar

Unutuşun o tunç kapısını zorlar. (A.M. Dıranas)



Bingöl dağı çiğdem çiğdem yeşerir.

Belki olur abi hayat içtiği. (C.Külebi)



Önaddan kurulu ikileme:

Bir an ki etraf titredi kırmızı kırmızı

Bir an ki herkes gördüğü sihirden emin. (F.H. Dağlarca)



Yansımalardan kurulu ikileme:

Yağmur çisil çisil üstüme yağar. (C.K. Solok)

· Pekiştirme belirteci:

Pekiştirme önadının belirteç olarak kullanılmasıyla elde edilir:



Eli yüzü simsiyah olmuştu.

Her şeyi silip süpürdü, tertemiz etti.

· Küçültme belirteci: -ca ve -cık ekleriyle kurulur:

Şimdi bana her şeyi kısaca anlat.

Şuradan güzelce çık git.

Birazcık uyu.

· Yaklaşıklık belirteci: Söze, benzerlik, yakınlık, yaklaşıklık, aşağı yukarılık kavramı verir:

Hemen hemen herkes ordaydı.

Aşağı yukarı buradakilerin hepsini tanıyorum.



Öyle güçlüsün ki

Güçleneceğim.

Öyle yücesin ki yüceleneceğim. (F.H. Dağlarca)

· Koşul belirteci: Koşul belirteci, eğer sözcüğüdür.

Eğer beni öldüreler külüm göğe savuralar

Toprağım anda çağıra bana seni gerek seni (Yunus Emre)

· Yineleme belirteci: Eylemi yineleme, süreklilik kavramıyla etkiler:

Sakın ihmal etme, yine gel.

Bir daha geç kalırsan seni eve almam.

Bir kez olsun sözümü dinle.

İkide bir sözümü kesme.

· Kesinlik belirteci: bu belirteç, eylemin anlamını kesinlik yönünden etkiler:

Söz verdiyse mutlaka gelir.

Gerçek er geç ortaya çıkar.



Hiç sanmam, öyle ağarsın bir daha tanyeri. (C.S. Tarancı)



Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdı mı hatta boğarım.... (M.A. Ersoy)



Kesinlik bildiren diğer kelimeler şunlardır: Artık, tıpkı, elbette, kesin, muhakkak, vallahi, besbelli, hiç olmazsa, gerçekten, önünde sonunda, ne olursa olsun...

· Dilek belirteci: Eylemin anlamını dilek, istek belirterek etkiler:

Ne olur, bu akşam bize gel.

Madem davet etti. Keşke gitseydin.

İnşallah. Orhan bizi bekletmez.

· Olasılık belirteci:

Sorsaydım söylerdi herhalde

Soramadım (C. Külebi)



Galiba, verdiği sözü unuttu.

· Üleştirme belirteci: Üleştirme önadından kurulu ikileme, üleştirme belirteci gibi kullanılır:

Konuklar birer ikişer geldi.

İkişer ikişer oturunuz.



İstanbul'un üstüne güneş doğdu.

Kapılar açıldı birer ikişer. (O. Rıfat)

· Yanıt belirteci: Sorulara karşılık olarak kullanılan belirtece, yanıt belirteci denir.

Ör: Bana biraz borç verir misin? sorusunun yanıtı olan aşağıdaki cümlelerin ilk sözcükleri yanıt belirtecidir.



- Evet, veririm.

- Hayır, veremem.

- Asla vermem.

- Elbette.

- Peki.

- Tabii.

- Şüphesiz.



7. Gösterme Zarfları: Bir eylemin, bir adın, bir önadın ya da bir başka belirtecin anlamını gösterme yoluyla sınırlayan sözcüklere gösterme zarfı (Alm. Demonstrativadverb; Fr. Adverbe démonstratif; İng. demonstrative adverb) denir:



İşte deniz göründü.

Ta nereden geliyorum.

İşte şurada oturuyoruz.



Al sana bir fırsat daha.

"Al sana bir aksilik daha." (Anonim)



ZAMİRLER (Adıllar)



Zamirler (Alm. Pronomem; Fr. Pronom; İng. pronoun) isim cinsi arasında en değişik kelimelerdir. Bunların diğerlerinden farkları şu altı nokta etrafında toplanabilir: 1) mana, 2) genişlik, 3) kelime yapma, 4) iyelik, 5) çekim, 6) edatlara bağlanma.



1. Mana bakımından aradaki fark zamirlerin aslında tek başlarına, başlı başına ele alındığında manasız olmalarıdır. Zamirler mesela toprak, kalem gibi bir nesnenin adı değildir. Kelime olarak bir eşya, bir varlık karşılamazlar. Demek ki zamirler isim değil, ismin yerini tutan kelimelerdir.



2. Zamirler her şahsın ve her varlığın yerini tuttukları için kendileri kelime olarak manasız, fakat kapsamları çok geniş kelimelerdir. Bir “o” zamiri, bir “bu” zamiri binlerde nesneyi temsil edebilir, onları gösterebilir.



3. Zamirlerin diğer isimlerden bir farkı da kelime yapımına onlar kadar elverişli olmamalarıdır. Ancak bir ikisi yapım eki alır: ben-lik, sen-lik, ben-siz, ben-cil gibi.



4. Zamirler iyelik eki almazlar.



5. Zamirlerin diğer isimlerden en büyük farkı ise çekim sırasında kök değiştirmeleridir: ben-bana, sen-sana gibi.



Türkçe eklemeli bir dildir. Çekim sırasında kök değişmez. İşte bu konuda zamirler böylece çok büyük bir istisna teşkil etmektedirler.



6.Zamirler edatlara bağlanırken diğerlerinden farklı olarak ek alırlar: ben-im, sen-in için gibi.



Bütün bu farklar zamirlerin isim cinsi içinde çok değişik bir yeri olduğunu göstermektedir. Ama tabii yine de zamirler isim cinsi içinde kelimelerdir. Çünkü:



1. Temsil ve işaret suretiyle de olsa, diğer isimler gibi yine nesne karşılarlar.

2. Zamirler de yine isimler gibi çekilir: ben-den, bu-nu gibi.

3. Kelime gruplarından ve cümlelerde isim işlemi görürüler, isim fonksiyonu ile kullanılırlar, isim vazifesi görürler.



Zamirlerin çeşitleri şunlardır: şahıs zamirleri, işaret zamirleri, soru zamirleri, belirsizlik zamirleri, bağlama zamirleri.



1. Şahıs Zamirleri (kişi adılı) : Bunlar varlıkları şahıslar halinde temsil eden kelimelerdir. Bütün varlıklar üç şahısta toplanır, üç şahıs teşkil eder: konuşan, dinleyen, adı geçen. Bunlara dil bilgisinde birinci şahıs, ikinci şahıs, üçüncü şahıs adı verilir.



Şahıslar teklik de olabilir, çokluk da. Böylece teklik ve çokluk olarak üçerden altı şahıs var demektir. Bunları karşılaşan altına tane de zamir vardır:



Teklik 1. şahıs Konuşan Ben

2. şahıs Dinleyen Sen

3. şahıs Adı geçen O

Çokluk 1. şahıs Konuşanlar Biz

2. şahıs Dinleyenler Siz

3. şahıs Adı geçenler Onlar



Zamirler çekim sırasında kök değiştirdikleri için çekimlerini de gözden geçirmekte fayda vardır.



1. şahıs zamirlerinin genitifi şöyledir:



benim senin onun

bizim sizin onların



2. şahıs zamirlerinin akkuzatifi şöyledir:



beni seni onu

bizi sizi onları



3. şahıs zamirlerinin datifi şöyledir:



bana sana ona

bize size onlara



4. şahıs zamirlerinin lokatifi şöyledir:



bende sende onda

bizde sizde onlarda



5. şahıs zamirlerinin ablatif hali şöyledir:



benden senden ondan

bizden sizden onlardan



6. şahıs zamirlerinin eşitlik hali bugün şöyledir:



bence sence onca

bizce sizce onlarca



Şahıs zamirleri isimlerden farklı olarak bugün ile, için, gibi, kadar edatlarına genitif şeklinde bağlanır.



ile
benimle (benim ile)

bizimle
seninle

sizinle
onunla

onlarla

gibi
benim gibi

bizim gibi
senin gibi

sizin gibi
onun gibi

onlar gibi

için
benim için

bizim için
senin için

sizin için
onun için

onlar için

kadar
benim kadar

bizim kadar
senin kadar

sizin kadar
onun kadar

onlar kadar




Şahıs zamirlerinin ikinci tipi durumunda dönüşlülük zamirleri (Alm. Reflexivpronomem, rückbezüğliches fürwort; Fr. Pronom réfléchi; İng. reflexive pronoun) bulunur. Dönüşlülük zamirleri kendi kelimesinin iyelik şekillerinden ibarettir.



Bu kendi kitabın mı?

Ben sana kendi kalemimi vereceğim.



İYELİK EKİ
BELİRTME DURUMU EKİ
YÖNELME DURUMU EKİ
KALMA DURUMU EKİ
ÇIKMA DURUMU EKİ

kendi-m
kendim-i
kendim-e
kendim-de
kendim-den

kendi-n
kendin-i
kendin-e
kendin-de
kendin-den

kendi-si
kendisi-ni
kendisi-ne
kendisi-nde
kendisi-nden

kendi-miz
kendimiz-i
kendimiz-e
kendimiz-de
kendimiz-den

kendi-niz
kendiniz-i
kendiniz-e
kendiniz-de
kendiniz-den

kendi-leri
kendileri-ni
kendileri-ne
kendileri-nde
kendileri-nden




Kendi sözcüğüyle kurulmuş deyim pek çoktur. Bazıları şöyledir:



Kendi başına: Kimseye sormadan; kimseden yardım görmeden.

kendini göstermek: Beğenilecek niteliklerini ortaya koymak.

kendini kendini yemek: Sürekli üzüntü içinde olmak, çaresiz kalmak.

kendini ateşe atmak: Tehlikeli, sonu kötü olacak işlere girmek.



2. İşaret Zamirleri (gösterme adılı) (Alm. Zeigefürwort, demonstrativpronomem; Fr. pronom démonstratif; İng. demonstrative pronoun): Bunlar işaret etmek, göstermek suretiyle nesneleri karşılayan kelimelerdir. İşaret zamirleri şunlardır:



bu şu o

bunlar şunlar onlar



“bu” yakın, “şu” uzak işaret zamiridir. Çoklukları da böyledir.



İşaret zamirlerinin çekimleri:



1. Genitifi şöyledir:



bunun şunun onun

bunların şunların onların



2. Akkuzatifi şöyledir:



Bunu şunu onu

Bunları şunları onları



3. Datifi şöyledir:



Buna şuna ona

Bunlara şunlara onlara



4. Lokatifi şöyledir:



Bunda şunda onda

Bunlarda şunlarda onlarda



5. Ablatifi şöyledir:



bundan şundan ondan

bunlardan şunlardan onlardan



6 Eşitlik hali şöyledir



Bunca şunca onca

Bunlarca şunlarca onlarca



İşaret zamirleri de ile, için, gibi edatlarına genitif eki ile bağlanırlar:



ile
bununla (bunu ile)

bunlarla
şununla

şunlarla
onunla

onlarla

gibi
bunun gibi

bunlar gibi
şunun gibi

şunlar gibi
onun gibi

onlar gibi

için
bunun için

bunlar için
şunun için

şunlar için
onun için

onlar için

kadar
bunun kadar

bunlar kadar
şunun kadar

şunlar kadar
onun kadar

onlar kadar




Şura, bura, ora sözcükleri de birer gösterme adılıdır:



Buraya gel !

Orada ne var?



Gösterme adılı da, her adıl gibi, bir adın, bir ad öbeğinin hatta bazen bir tümcenin yerini tutar:



Şundan (şu elmadan, üzümden...) bir kilo ver.

Bugün tahtayı silme sırası senindir.

Bunu bilmiyordum.



Bazen böyle, öyle, şöyle sözcükleri de gösterme adılı gibi kullanılır:



Böyleleri etraflarına zarar verir.

Ben öylelerini çok gördüm.



3. Soru Zamirleri: Bunlar nesneleri soru şeklinde temsil eden, onların soru şeklindeki karşılıkları olan zamirlerdir. Nesneleri sormak için kullanılırlar.



İki soru zamiri vardır: kim, ne (kimler, neler)



Kim insanlar için kullanılan soru zamiridir: kim geldi?, kime verdi? Gibi.



Ne insanın dışında kalan canlı, cansız varlıklar için kullanılır: sütü ne içti?, neyi götürdün? Gibi.



Asıl soru zamiri olan kim ve ne’den başka soru sıfatlarının iyelik şekilleri de soru zamiri olarak kullanılabilir: hangisi, kaçıncı, kaçıncısı gibi.



-ki ekli soru sıfatları da tek başına soru zamiri olurlar: neredeki, kimdeki, nedeki gibi. Kiminki ve neyinki’ni de buraya ekleyebiliriz.



YAPI BAKIMINDAN ADILLAR:



Adıl da yerini tuttuğu ad gibi, yapı bakımından üçe ayrılır:

Yalın adıl: Yapık eki almamış adıl, yalın adıldır:
ben, sen, o, biz, siz, onlar

kendi, kim, ne, şu, o, bunlar, şunlar, onlar

Türemiş adıl: Türemiş adıllar, bazı sözcüklerin sonuna iyelik ekleri ya da yönetme kavramı veren -ra (-re) eki getirilerek kurulur:


ÖNAD
TÜREMİŞ ADIL

Hangi
Hangisi

bir kişi
biri

bu
bura

şu
şura

o
ora

ne
nere


Birleşik adıl: Doğal olarak, iki sözcüğün birleşmesiyle oluşur:
kimse (kim+ise)

herkes (her+kes)



İyelik eki alarak adıllaşan önadları da birleşik adıl sayabiliriz:



Öbürü (o+bir+i)

Ötekisi (o+teki+si)

Hiçbiri (hiç+bir+i)

Birbiri (bir+bir+i)



4. Belirsizlik Zamirleri (belgisiz adıllar): Belirsizlik zamirleri (Alm. unbestimmistes Fürwort, pronomem; Fr. pronom indéfini; İng. indefinite pronoun), nesneleri belirsiz şekilde temsil eden zamirlerdir: kimse, herkes.



Türkçede bu iş daha çok belirsizlik zamiri gibi kullanılan iyelik şekilleri ile karşılanır: biri, başkası, hepsi, bazısı, kimi, kimisi, birisi, hepimiz, birkaçı, birçoğu, herbiri, hiçbiri gibi.



Falan, filan, falanca, filanca, şey, şeyi kelimeleri de tek başlarına kullanılınca belirsizlik zamiri vazifesi görürler.



-ki sıfat ve zamir yapma eki ile yapılan kelimeler de birer belirsizlik zamiri gibi kullanılır: öteki, beriki, deminki, dağdaki, alttaki, benimsi, seninki gibi.



5. Bağlama Zamirleri: İki unsuru, iki kelimeyi bir temsil ifadesi içinde bağlayan kelimedir: ki.



Ancak “ki” Türkçede daha çok bağlama edatıdır. Tek başına kullanılmaz ve manası yoktur. Bağlama edası olduğu gibi bağlama zamiri gibi de vazife görmektedir:



Bir eser yazdı ki görmeyin

Bir ses ki hayran kalırsınız

İnsan ki yaşamaya mecburdur elbette çalışacaktır.



“ki” bağlama zamiri olduğu zaman kendisinden önce gelen unsura ve isme işaret eder ve onun yerini tutar:



Bir yer ki sevenler sevilenlerden eser yok. (Faruk Nafiz)
Cevapla

Konu Araçları
Konuyu Paylaş :  
Konunun Linki :  
BBKodu :  
Konu Araçları :

Konu ile Alakalı Benzer Konular
Konular Yazar Yorumlar Okunma Son Yorum
  Oktay Sİnanoğlu ve Türkçe stgvn 0 3.155 16-09-2007, Saat: 1:50
Son Yorum: stgvn
  türkçe benim ses bayrağım karanlıktaki yüz 0 3.441 16-09-2007, Saat: 1:48
Son Yorum: karanlıktaki yüz
  türkçe elden giderken karanlıktaki yüz 0 2.340 16-09-2007, Saat: 1:42
Son Yorum: karanlıktaki yüz
  TABELALARDA TÜRKÇE KULLANMA KAMPANYASI stgvn 1 2.809 16-09-2007, Saat: 1:39
Son Yorum: karanlıktaki yüz
  TÜRKÇE KONUŞ... stgvn 0 3.228 16-09-2007, Saat: 1:29
Son Yorum: stgvn

Hızlı Menü:


Konuyu Okuyanlar: 1 Ziyaretçi